24 Ocak 2009 Cumartesi

almanca sınavı diyalog yazma denemeleri

hani olur ya bir dil öğrenirsiniz yeni yeni, sonra bırakırsınız. bir süre sonra ders olarak karşınıza çıkar bu şey. sonrası ise malum. pek sallamazsınız bu dersi, ve finale girersiniz öylece. işte böyle bir şeydi almanca ve finali tabi ki. ilk iki sorunun diyalog yazma üzerine olması ise garipti.

1-) berlin'desiniz ve oteli aradınız, yer ayırtmalısınız.

- merhaba
+ merhaba
- almancam pek iyi değil ve rezervasyon yaptırmam gerekiyor. acaba ingilizce servisinizi bağlayabilir misiniz?
+ tabi ki.

ilk aklıma gelen buydu ama hocanın bu konuda aynı fikirde olmama ihtimali aklımı çeldi. mecburen yazdım tabi istediği türde, yani becermeye çalıştım ufaktan.

2-) berlin'de kafeye gittiniz, bir şeyler yemek istiyorsunuz, garson ile diyalog kurun.

şahsen tanımadığım insanlarla pek kolay diyalog kuramadığım için ilk aklıma gelen şey;

- hoş geldiniz, ne alırsınız?
+ şey, ben arkadaşımı bekliyorum.

idi. tabi bunun da hocanın istediği şey olmadığından emindim ve yazamadım. ama içimde kaldı işte bunların hepsi. buradan paylaşmak istedim. belki sınavda gülen birini görünce bana hak verirsiniz, eğlenebiliyor insan bazen finalde bir şey bilmez halde olsa dahi.

17 Ocak 2009 Cumartesi

ak sakallı dedenin ukde vermesi

oluyor böyle şeyler, hani rüyalar alemi falan güzel yerler hep.

uykuya dalarken bilmiyordum tabi ki böylesine bir mucizeye tanık olacağımı. sanırım cenabet olmamamında etkisiyle, ak sakallı dede yaklaştı bana gönül rahatlığı ile. içim içime sığmıyordu ve terledim. daha doğrusu terlediğimi zannettim, gerçeği sabah fark ettim ama konumuz bu değil şu an. dedem geldi iyice yakına, gözleri çakmak çakmaktı. sana bir çakmak lazım diyemedim, nitekim zaten her yanı çakmak çakmak olan bu dedeye karşı pek hoş olmazdı. gelişine çakabilirdi bana. zaten bu kadar uzun süre çakmak hakkında düşününce çakmak mantıksız bir kelimeye dönüşmüştü adeta. birden "çakmak nedir?" deyiverdim. tanrım olamazdı böyle bir şey, resmen sayısal loto sonuçlarını almak için beklerken, gereksiz bir soruyla zaman harcıyordum.

başını öne eğdi, mağrurdu. "sikmek olm işte, anlaşılmasın diye öyle deniyor" dedi ve el parmaklarını hafiften kırarak tüm elini ileri-geri oynattı. anında tiksindim kendisinden ama çaktırmadım. sonuçta kendisi hem geleceğe hem de geçmişe hakimdi, sayesinde çok zengin olabilirdim. "sayısal lotoda ne olur bu hafta?" diye açıkça niyetimi belirttim. öylece durdu, gözleri yine çakmak çakmaktı. başkası doldursun dedi.

"vay amk" diye içimden geçirdim. yani aslında amına koyim diye geçirdim ama oraya yazmak zor gelmişti. şimdi yazdığımı düşünürsek değişikmiş. yine de düşündüm ama bunu, en azından bu doğru. ben o gözler mağrurlaşınca bir ağırlık, böyle bir büyüklük, ermişlik var bu adamda diye düşünürken bildiğin yazar gibi çıktı adam.

kalktım yataktan, "laiklik?" diye soru sorar gibi bir vurgu yaptım. yine mağrurlaştı. "sikerim mağrurluğunu lan" diye coştum, tırstı. "halkın kendi kendini yönetmesidir" dedi, iyice tiksindim. "o demokrasi bir kere" dedim, "laiklik din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması" diye de ekledim, öylece kaldı. artık güç bendeydi. he-man edasıyla uyandım. her şey bitti sanarken tekrar uykuya daldım ve 1 yeni mesaj uyarısıyla irkildim. konu olarak "ukdeniz dolduruldu" yazıyordu...

4 Ocak 2009 Pazar

red alert 3

red alert'in şimdiye kadarki o karanlık havasını bir yana atıp, war craft'a doğru adım atmış bir oyun kendisi.

hikaye şöyle başlıyor. rus kardeşlerimiz çok gizli bir proje ile zaman makinası üretirler ve geçmişe gidip einstein'i yok ederek, ally ekibini yok etmeyi planlamaktadırlar. bu amaçla yapılan yolculukta yanlışlıka albert kardeşimiz zamanda kaybolur. yolculuğu yapan ekip geri döndüklerinde ise bambaşka bir dünya onları beklemektedir. tam ortama ayak uydurmaya çalışırken bir ekranda rus komutanlardan biri belirir (sanırım en iri göğüslüsü bu) ve saldırı altında olduklarını bildirir. akabinde general;

- nükleer silahları hazırlayın, der.
+ anlayamadım efendim, diye şaşırır hatun.
- elimizde ne varsa onu yolla işte, diye kıvırır eleman.

arkadaşlar arasında güldük biz bu diyaloğa, hoş bir çalışma olmuş cidden.

tutorial bölümünde görebildiğim kadarıyla tanya'nın ekürisi olarak natasha peydah olmuş rus ekibine. hatunumuz elinde bir dragunov ile geziniyor ve tanklara karşı hava saldırısı da çağırabiliyor. bir çok rus alet-edevatı yok olurken, halen tesla trooper ve kirov airshipleri görebiliyoruz, bu oldukça güzel bir şey.

rus ekibinden devam edersek, kendileri o soğuk tanklardan kurtulup, gayet canlı araçlara kavuşmuşlar. misal elektronik bir ayıları bile mevcut, hatta tanklarının bile ayakları var.

genel olarak çılgın bir oyun olmuş denebilir sanırım.(en azından gördüğüm kadarıyla) ancak eski red alertlere göre çok renkli olmuş ve her aracın özel bir yeteneğinin olması da war craftlığa kaymış gibi geldi bana. ha kötü olmamış tabi ama havası değişmiş sadece. tıpkı grand theft auto ikiden üçe geçerken hayvani bir yenilik yapmıştı, o tarzda denebilir. artık bu eski red alert değil ama bambaşka bir şey gerçekten.
 
eXTReMe Tracker