1 Ağustos 2007 Çarşamba

çirkin kız yoktur, adı tuğçe olmayan kız vardır

bütün tuğçeler güzeldir sözünün güzelleştirmiş hali. zaten lafın içinde tuğçe geçince yeterince güzelleşiyor da denebilir. neyse konuya dönelim. tüm tuğçeler güzeldir. genelleme ötesi bir laf ama genelleme için kaç denek gerekir o da önemli bir konu. şahsen gördüğüm, arkadaşım olan(sevgili dahil) ve arkadaşlarımın arkadaşları olan yaklaşık 100lerce hatun üzerinde yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıkan sonuç bu. bir hatun ile tanışınca adını tahmin bile edebilirsiniz bu araştırma sonuçlarına bakarak. evet başlıyoruz;

ilk olarak sanırım tuğçelerle başlamak lazım. güzellik sıralamamızın 2 numarası kendileri.(hayal kırıklığı oldu biraz) evet bu tuğçeler de genel gözlenen durum, bunlar hep güzeldir, değilse şirindir, o da değilse çekicidir. değil mi, seksidir. olmadıysa şeytan tüyü vardır yine sevdirir kendini. ufak tefek olanları daha çekici olabilse de uzun boyluları "at gibi" diye tabir edilen şekilde olurlar ki çekicilik katsayısı artabilir. e tabi iki numara bu ise insan merak ediyor 1 numarayı. evet geliyor;

pelin; araştırma sırasında %2 oranında hem tipsiz, hem çekici olmayan, hem itici, hem de böyle bir kazulet tuğçe'ye rastlanmıştır ancak hiç bu tipte bir pelin'e rastlanmamıştır. bunlar hep "taş gibi" çıkmışlardır. yani sanki tek fabrika üretimi gibi. ancak çoğunda görülen genel davranış burnun kalçalardan bile büyük olmasıdır. hep bir havalar vardır bunlarda. o açıdan pek tercih edilmezler. yine bu olay güzelliklerini etkilemez tabi ki.

gelelim 3 numaraya. bu noktada çok düşünüldü gerçekten ancak son 3-4 ay incelenen denekler sonunda merve uygun görüldü bu sıra için. ancak kendileri 87-88-89 doğumlu kızların %46sını oluşturduğu için tam bir genelleme söz konusu olamıyor. ancak yine de genel güzellik seviyesi olarak diğer çoğu isimden önde oldukları gözükmekte. genelinin boyu 170-175 civarında oluyor ki bu uzundur hatun için. konuşkanlıkları da artı bir özelliktir. neyse biz devam edelim.

4 numaraya gelince karşımıza hilal çıkıyor. bu isimde görülen genel özellik böyle bir havalar, bir havalar. yani görsen pelin sanarsın. ama kıçıkırık hilal işte. hayır pelin olsan tamam. neyse güzeldirler yine de, geçelim.

5 numara ise gülşah. nşa'da kendilerin 3 numarayı bile haketmektedir ancak araştırmanın sona yakalaştığı günlerde deneye giren gülşahlar tüm verileri alt üst etmişlerdir. yani bu kadar da kötü olunamaz, ıyk. oysa ki eski gülşahlar öyle mi pîrim?

evet şimdilik ilk 5i açıklaşmış bulunuyoruz. araştırmalarımız sürecektir. bir de haksızlık edilen eceler ve iremler vardır ki kendilerinden özür dilemek isteğindeyizdir. inşallah bir sonraki sıralamaya gireceklerdir.




deeepnot: tamamen götten uydurma bir yazıdır. bir anlık gazla yazılmıştır. alınma, gücenme olmasın. öptüm bye...

fifa 99

fifa serisinin efsane sayısıdır kendileri. oyundaki oyuncuların gerçeklerine en ufak bir benzerlikleri bulunmamasına rağmen bu oyun yıllardan beri oynanabilmektedir. nedenleri uzun zamandır gizli olan bu olayı araştırmak üzere yemedim, içmedim ve oyunu indirdim.
kurarken içimde bir şeyler olmaya başladı. adeta eski günlerime dönmüştüm. ilk defa internet kafeye girişim geldi aklıma. "abi izlemek serbets mi" diyişim. o günlerde sadece bir kaç oyun vardı bilgisayarda.* half-life, fifa 99, test drive, red alert... tabi bir de internet vardı ama o büyüklerin uğraşıydı. biz oyun oynardık sadece. ilk defa bu büyüklerin internet muhabbeti yaptığı kafede tanışmıştım bu oyunla. ilk golümü de yine burada atmıştım arsenal ile. tüm bunları düşünürken bir de baktım oyun kurulmuş. açtım oyunu büyük bir hevesle. o görüntü hiç çıkmamıştı aklımdan. dumanların arasından bir futbolcu çıkıyordu falan. bunu genelde izlemez, hemen tıklayıp geçerdik, yine öyle yaptım. ardından çıkacak olan push any button ibaresini önceden 10 dakika beklerdik çıksı diye. tabi gelişen teknoloji ile açılması 2 saniyeyi bile almadı. hemen dream leagueye girdim. seçtim yine arsenal i, kadro anılarımı canlandırdı. ilk defa internet kafede overmars ile kanat akını yapıp, bergkamp ile golü bulmuştum. yine yaptım aynısını. tabi bu sefer biraz mekanikleşme oluştuğu için hiç zorlanmadım bunu yaparken. ancak oynama konusunda pes yüzünden oluşan bazı sorunlar vardı. örneğin bu oyunda arapas e ile yapılmıyordu. diğer yandan adam değiştirme tuşu olan q bu oyunda tekme atmaya yarıyordu. tam bu noktada kafama dank etti. işte bizi oyuna bağlayan şey buydu. tekme. şimdiye kadar hiç bir oyunda olmayan bir özellikti bu. gönlünce tekme atmak. hem de futbol maçının içinde. ilk tekmeyi attığım an geldi birden aklıma. internet kafedeydim yine. bir çocuk geldi yanıma, "abi tekme atayım mı" dedi, baştan bir brüst dedim, sonra açıkladı olayı ve attı da tekmeyi. çok hoşuma gitti ama çaktırmadım. çocuğunun gaza gelmesini istemiyordum. "tamam attın siktir git şimdi" dedim. çocuk uzaklaştı. çocuğun yeterli uzaklığa gittiğin anlayınca tekmeyi bastım tekrar, ve tekrar ve tekrar... bu artık bir tutkuya dönüşmüştü. her gün oraya gidip, "abi 250 bin liraya girebiliyorm muyuz" diyerek oturuyordum masaya ve tekmeleri atıyordum. ta ki bir gün 6 kişi kalıp, maç iptal oluncaya kadar. futbol kurallarını bilmeyen biri için gerçekten açıklaması zor olaydı. uzun süre ağladım. kendimi bilmez bir halde gittim internet kafeye. "abi izleyebilir miyim" bile diyemedim. aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. en sonunda dükkan sahibi gözümün önünde tekme atıp, kırmızı kart yemeyince kendime geldim. demek ki yapılabiliyordu bu da. hemen eve gidip 250 bin lira istedim evden ve oyunu açtım. tekme attım, kırmızı. çok çalıştım ve kendimi geliştirerek kırmızı kart görmeden tekme olayını yaptım. birden fark ettim ki oyun bende tutku haline gelmişti. kafamı kaldırdım yan masada bir çocuk da fifa 99 oynuyordu ve maçı iptal olmuştu. üzüntülü bir görüntüsü vardı, ona gittim olayı anlattım. ardından karşılıklı oynadık. kim önce tekme atacak yarışı başladı ve o günden beri bu oyunu hep oynamak istedim. teşekkürler ea sports.

platonik aşkı ilan etmek

her gördüğünde içinin yağlarının eridiği hatuna artık hissettiklerini söyleme olayıdır. genellikle uzun zaman alır. nitekim göt bu yemez bir kerede her şeyi söylemeyi. belki de korkulan reddedilmektir. keşke söylemeysem, böyle ne güzel takılıyorduk demekten tırsmaktır.
bir şekilde göt yer, yola çıkılır. hatunla tekrar göz göze gelinir. bir anda duraklar insan, ayaklar sabitlenmiştir. ama böyle olmaması gerekiyordu der kendince. geri dönülür birden. yok yere hatunda da bir beklenti oluşturulmuştur. artık olay platoniklikten çıkıp, "şu çocuk beni kesiyor"a dönüşmüştür. insanın içi içini yer. ulan acaba arkadaşlarıyla falan dalga mı geçiyorlar diye uykusuz geceler başlar.

derken bir gün yalnız başına hatun kişiye denk gelinir. artık bünyenin bekleyecek hali kalmamıştır. sikerim lan reddedilmeyi der ve "meraba" der birden birey. karşıdan gelecek cevap ile bu "meraba" arasındaki süre 3 yıla tekabül eder. bir "meraba" gelirse karşıdan artık dünya daha yaşanır bir yerdir. ardından klasik bir soru ile olaya devam edilir tabi ki:biraz konuşabilir miyiz? bu hatun kişiye sorulan ilk soru olarak tarihteki yerini alır. bir evet belki de hayatı daha da yaşanır hale getirecektir. "tabi" der. "haydi beline kuvvet" diyerek konuşmaya başlar bünye. isim, okul, bölüm, medeni hal, duygusal durum arka arkaya sıralanır. araya espriler, şakalar sıkıştırılır ve hatunun verdiği tepkiler ölçülür. gülme oranıyla, hoşlanma oranı arasında ilişki kurulmaya çalışılır. anlamadan "biz size aşık olduk" denir. sessizlik kaplar ortamı. belli ki birden söylemeni o da beklememektedir. "ama ben seni daha yeni tanıdım" diye vurucu cevap gelir. aslında tam olarak da beklenilen cevaptır bu. "o zaman arkadaşız şu an" denir ve yapılan vurgu ile soruymuşcasına cevap beklenmeye başlanır. "evet" der ve tebessüm eder. işte bu an belki de tüm beklemene değer. artık olayın bir platonikliğini kalmamıştır. "görüşürüz o zaman" diyerek eli sıkılır, bu ilk dokunuş olarak tarihin tozlu sayfalarına kaydedilir. "görüşürüz" der odana yol alırsın. kafayı yastığa koyduğun anda bir uyku sarar dört bir yanını. uzun zamandır beklemenin verdiği yorgunluk uçmuştur uzaklara. artık sadece bir mutluluk vardır her tarafında. hayallare dalarsın rahatça ve en mutlu uykudasındır artık.

hayattan yenilen gollerin ağır çekimde erman toroğlu tarafından yorumlanması

zaten golü yemiş, ezik duruma düşmüş bireyi iyice yıkan olaydır. intihara bile sürüleyebilir. şansal'ın olaya girmesi ezikliğin boyutuna ekistira katkı yapar.

- bak şimdi hocam burda kız başkasıyla, görüyoruz. şimdi durdur. bak çocuğun el kızın neresinde? şansal bilir misin böyle pastırma olur. sıkarak seçersin hani. aynen öyle.

korku filmlerindeki küçük kız

özellikle japon korku sinemasında her an her yerden fırlayabilecek ve her fırlayışta insanı korkuya sürükleyebilecek kızdır. insanoğlunun küçük kızlar zararsızdır tezinden hareketle ortaya çıktıkları düşünülmektedir. nitekim hiç kimse küçük bir kızın zararlı olabileceğini düşünemez. insanlar o derece alışmıştırlar ki artık küçük kızların korku işareti olduğunua gördükleri anda korkunç bir şeyler olacağı anlaşılır ve tırsmak için hazırlıklar yapılır.

özellikle ring ile boku çıkmıştır. saçları mutlaka uzunduru bu kızın, o saçları ile yüzünü gizler. ardından altından korkunç gözler çıkar, falan filan...

üniversiteyi kazanıp mezun olunan liseye geri dönmek

bünyeye büyük haz veren bir olaydır. günler öncesinden plan yapılır. acaba nasıl tepki verecekler diye düşünülür. güzel hayallerle yola çıkılır. yol bilinen yoldur. hiç değişmemiştir ama giden kişi değişmiştir. üzerinden okul formasını atmanın rahatlığıyla girer okulun bahçesine. hademeyi görür ilk olarak. onunla ufak bir muhabbete imza atılır. ardından dersi boş olan sınıf dikkati çeker. zil çalana kadar şunların yanında takılayım denir. 2 yıl aynı okulda bulunup hiç muhabbetin olmayan kızlardır kendileri. yanlarına gidersin, ho$ geldin ile başlayıp okul nasıl ile devam eden bir muhabbete girilir. ufaktan havanı da atarsın, gülerler. derken zil çalar. seneye biz de gelicez yanına sesini duyarsın en son. müdür odasına girilir. müdür hayatında hiç görmediğin kadar mutlu görünür. sanki o kadar zaman ağzına sıçan adam o değildir. hoş bir muhabbete imza atılır kendisiyle. notları falan sorar, gülünür, eğlenilir. "ulan bu adam böyle değildi eskiden" diyerek odadan çıkılır. sıradaki hedef öğretmenler odasıdır. "nasıl geçirdim" edasında girilir odaya. derken 2 sene boyunca "senden bir bok olmaz" diye kafa siken hoca gelir yanına utanmadan yüzünde anlamsız bir sırıtış ile.
- nasılsın fevzi?
+ iyiyim hocam, sizi sormalı?
- iyi işte. okuldayız. okul nasıl?
+ bildiğiniz istanbul işte hocam.
şeklinde başlayan ve aynı saçmalıkta devam eden muhabbete girilir. araya başka hocalar karışır ara sıra.
- ya fevzi senin için kazanamaz diyorlardı geçen sene.
+ ben yüzüne de söyledim kendisinin.
"iyi bok yedin" demek geçer içinden ama zaten göt etmişsindir adamı, ne gerek vardır abartmaya. biraz da hatunları göreyim diye odadan kaçılır. kantine geçilir. kaşar bir hatun yüzünden terk ettiğin hatun gelir yanına. o kadar sıcak davranır ki ne kadar mallık ettiğini anlarsın. çok içten bir görüşürüz diyip bahçeye çıkarsın. derken beklenilen bir şekilde az önceki hatunu uğruna terk ettiğin hatun çıkıverir karşına. yanında da yeni manitası. bakmazsın önce, son bi an gözler buluşur, soğuk bir el selamı gelir. aynı şekilde karşılık verirsin. sonra da yeni manitasının "niye selam veriyorsun" tarzında hareketleri görülür. gülünür, geçilir. derse girerler. beklersin, zil çalsın da okul bitsin. son kez şu yolu yürüyeyim. bir arkadaşın çıkar beraberce son kez yürüdüğün yolu yürürsün. güzel bir deneyim olmuştur bu olay. ne kadar mallık yaptığını, şehvetin nasıl gözlerini kör ettiğini görürsün. gülüp geçmek istersin, bu kez olmaz. çaresiz eve gider, lafmacun.org'u açarsın. bir nevi içini boşaltırsın. umutla yarınlara bakarsın.

yalnızlık

"Yalnız olma durumu" demiş tdk. peki yalnız: Yanında başkaları bulunmayan. yani tek olan. işte tdk'nın duygusuzluğu. yani diyor ki yanınızda bir kaç kişi varsa yalnız değilsiniz. ya bsg allasen. en büyük yalnızlıklar değil midir kalabalıklar içinde olanlar? insan başkasının yanındayken kendini hissetmez mi daha yalnız? Sadece madde olarak mı tek olmaktır yalnızlık, yoksa içine düşülen bir boşluk mudur kimsenin görmediği ama hissedilen? soru işaretleri arttıkça sorunlar mı artmaktadır, yoksa soru işaretlerini artıran mıdır sorunların artması? işte bu noktada duruyorum, daha gidecek yerim yok.

türkiye'de ölmeden önce yapmanız gereken 101 şey

kişiden kişiye göre değişen 101 şey. herkes kendi yorumunu yapabilir rahatlıkla, ama en azından benim için;

Lafmacun

öss

dünyanın en sikindirik sınavı. ilk duyduğumda güzel gelmişti adı. tabi daha güzel yanıydı abimin ona girecek olması. yani bundan sonra oda sadece bana aitti. dördüncü sınıftaki bir çocuk için öss zaten ne anlama gelebilirdi ki daha fazla. sürekli gördüm abimin delicesine test çözdüğünü. sabahın beşinde kalkıp dershaneye gitmek için 2 saat yolculuk yaptığını. bu derece önemliydi yani. tüm hayatın endeksleneceği derecede. ama unuttum tabi zamanla ne anlama geldiğini. tekrar hatırlatıldığında bu sefer kurban bendim. aradan beş sene geçmişti. artık gerçek anlamını kavramaya başlamıştım ama yine de söylendiği kadar önemli olduğunu düşünmüyordum. sonuçta önceki sene aynı tarzda anlatılan, aynı seviyede sikindirik olan bir sınavı geçerek gelmiştim bu noktaya. yine çaresiz dinledim öğretmenlerin, ailemin, arkadaşlarımın anlattıklarını. hepsinin bir hikayesi vardı öss ile ilgili. elbet bir yakınları süper çalışıp derece yapmıştır, bir başka yakınları ise çalışmayıp açıkta kalmıştı. bu tip hikayeler o kadar fazlaydı ki etrafımda artık inanmak üzereydim çalışmam gerektiğinde ki o anda karşıma basketbol çıktı. işte bu toplu spor ile tek yolun öss olmadığını gördüm. hayat da başka şeyler de vardı. basketbola bağlandıkça öss'yi daha az sallamaya başlamıştım. tabi bu okulum tarafından hiç hoş karşılanmıyordu. öss=hayattı ne de olsa. sinir harbi şeklinde geçiyordu zaman. sonunda sakatlanıp, basketbolu bıraksam da onun sayesinde gördüklerim yetmişti hayatıma devam etmekte. kaygının başarıyı ne kadar etkilediğini de görmüştüm belki bu sayede. günde 14 saat durmadan ders çalışan insanların arasında kitap okuyarak geçirdim zamanı. içimden geldikçe açtım test kitabı, sıkılınca kapattım, hiç zorlamadım kendimi. işte bu durumda öğretmenler klasik şabloncu kişilikleri ile çıktılar karşıma. sen 60 neti geçemezsin, 90 netten aşağı yerleşmek zor dediler hep. kulakları tıkamak sanırım bu noktada işe yarıyordu. hepsine kapadım tüm algılarımı. sadece kendi yolumu kendim çizmek istedim. tabi bunu başkalarına söyleyince "hmm, anlıyorum" tarzı tepkiler almak pek sorun olmamalıydı. sonuçta onlar başkalarına "ay salak neler diyor, kalacak açıkta" şeklinde anlatabiliyordu olayları.

neyse böyle geçti seneler ve geldi sınav sonunda. işte o andı. yıllardır kafaya kakılan soruların görüleceği an. bildiğin yds. ilk görüşte tabi şok dalgası sarıyordu beyni. "bu ne aq almanca?". tabi atlatması kolay oldu. ingilizce bölümünü görünce belki de verilebilecek tek tepki vardı. "bunun için mi kafamı siktiniz yıllardır?". "yani bu kadar kolay bir sınav için mi zindan etme çabasına girdiniz hayatı?". işte o andı hayatımın en mutlu anı. çünkü o kadar söze rağmen böyle sikindirik bir sınav için kendimden ödün vermemiştim. böyle sikindirik bir sınav için ömrünü tüketmemiştim. bu mutluluk ile sınavı bitirmek zor olmadı tabi. bir saat dolduğunda elimde kalemler dışarıda idim. işte bitmişti her şey. toplamda sekiz sene kafamı siken şey sona ermişti. ve gerçekten mutluydum hiç olmadığım kadar. boşuna zamanımı harcamamış, hayatımı yaşamıştım ve üniversite artık çok yakınımdaydı. sonuçlar açıklanınca da mutluluk arttı tabi. duyduklarına göre düşününce hayalini bile kuramayacağın üniversiteye girmek. mutluluk budur.

tabi böyle bir şeyi kime anlatsan kafasında mutlaka "çalışmadım kazandım" diye artistlik yapıyor işte türünden düşünceler oluşacaktır. lâkin öss çalışarak değil inanarak kazanılabilir, aha da bir örnek vardır burada, çok yakında. bu tecrübeyi yaşarken belki kimilerine göre hayatını, geleceğini tehlikeye atmıştır ama sonunda mutluluğa sahip olmuştur. hem de sadece kendi yolundan giderek.

dipnot: içimden geldi, yazdım. başka bir amacım yoktu. tüm üniversite adaylarına başarılar dilerim, iyi çalışın.

evrim geçirince kayarım diye maymun alan adam

19 yaşındaydı, zevk alan organına kendisinden başka bir tek bebekten altını değiştiren annesinin eli değmişti. onun dışında bir hatunla olan ilişkisi öpüşme boyutuna bile ulaşamamıştı. sadece mesajlaşıyorlardı. içinden geçen onca şeye rağmen en ufak bir işaret bile veremiyordu. geçen günler sadece libidosunu artırıyordu. bir gün show tv'de "evrim gelir hoş gelir, ley ley lümü lümü ley" melodisi ile yayınlanan "evrim doğrulandı" haberi dikkatini çekti. ilk kez duyuyordu bu teoriyi. haberi izlemeye devam etti. "insanın maymundan geldiğini iddia eden evrim teorisi..." lafını duyunca aklı bir anlığına durdu. ardından hızlıca çalışmaya başladı. maymun diye düşündü. evrim diye düşündü. zevk almayı düşündü. izlediği porno filmleri düşündü. hepsini birleştirmek pek zor olmadı. evet kararını vermişti. hemen bir pet shopa gitti ve maymunu satın aldı. ardından da her gün düzenli olarak besleyerek, gelişimleri izledi. aradan geçen koskoca bir aya rağmen en ufak bir değişim gözlemleyemedi. sonunda bir arkadaşına sormaya karar verdi. arkadaşı ise bu olayı duyunca gülmeye başladı. ardından da bireyin olmayan cinsel organlarına dair küfürler eşliğinde kendisiyle dalga geçti. çok kırıldı arkadaşına genç. eve gitti ve maymuna tecavüz etti. işte o anda farkına vardı. hayvan mayvan kayarım ben buna.
 
eXTReMe Tracker