tanıyordum onu, hem de yıllardır. geldi işte yine, oturdu yanıma. boş masa bekliyorduk ikimizde öylece. takıldığımız internet kafe zamanla işleri ilerletmiş ve o dönem için lüks sayılan projektörü koymuştu girişe. iki koltuk ile de olayı farklı bir boyuta taşımıştı. koltuklarda yatıp, dev ekrandaki linkin park klibini izliyorduk. bir ara üst kata çıktım ve kimler var diye baktım. aşağıda arkadaşım çalışan kızla konuşuyordu. tekrar aşağı indim ve oturdum. "bu kız bana yazıyor" dedi. "noldu ki lan" diye kibarca sordum. "aga az önce bi' klip istedim, aynı gruptan 3. klibi açıyor şimdi" dedi. "bir şey" demedim. böyle yazınca tabi demiş gibi oldum ama valla demedim. yani en azından dışımdan demedim. yoksa içten içe o hatuna karşı hislerim vardı. ufak tefekti sonuçta, her gün görüşüyorduk, sürekli gülümsüyordu bana karşı ve para üstünü hep tam veriyordu. tamam bu sonuncusu saçmaydı ama o yaşlarda insan seviyor böyle şeyleri. tabi verdiğim özellikler aynı zamanda manav ahmet abimde de olunca ben olaydan bi' kıllanmaya başladım bu olaydan 2 ay önce. o gün de artık arkadaşım kendisine yazıldığını iddia ettiğine göre benim şansım yoktu bu olayda artık.
çünkü arkadaşlar arasında bir hatuna ilk kim laf söylediyse, artık diğerlerinin olaya katılma şansı yoktur. sonuçta biz de barney&ted değildik ki, bir yere kadardı her şey.
aradan zaman geçti, kafede oturuyorduk arkadaşla. okuldan kankam(dişi) onun yanındaydı. geyik çeviriyorduk, hatun koluna girdi onun. gerçekten komik bir mizansen oldu, hepimiz güldük ki total toplamda 6 kız, 3 erkekten oluşan kalabalık sayılabilecek bir gruptuk ve bu kadar kişinin gülmesi olayın komik olduğunu kanıtlardı, en azından benim için. ki olay sonrası aldığım bakış da bunu destekliyordu.
herkes dağıldıktan sonra onunla beraber kaldık yine. "geçen gün 2 bira içtik yææ" diye başlamıştı anlatmaya. artık biliyorum ki o yaşlarda bira içmek çok büyük bir şey sanılıyor. bir de "o yıllarda güzeldi tabi.." diye başlayan sözler gittikçe sikko hale gelmeye başlıyor ama yine de kendimi alamıyorum bu sözü kullanmaktan. neyse,işte 1 saat kadar sonra arkadaş dedi ki, "aga hamdi bana yazıyor". vay mnskym erkekler de mi yazıyor demeyin. şimdi orada bir hatun ismi kullanıp kendimi riske atmak istemedim. sallama isim böyle olsun, iyice kaybolsun istedim yani.
dedim emin misin, bak hamdi yapmaz öyle şey. yok olm görmedin mi koluma girdi o kadar dedi. dedim breh, tabi içimden. şimdi tırnak işareti kullanmayınca anlaşılmadı tabi kim ne dedi, ama emini anladınız işte. öyle sikko bir diyalog yaşadık. flashback oldum birden.(zor oldu gerçekten, ilk kez oluyordum çünkü)
(flashback)
basketbol sahasındaydık, o meşhur saha işte. şutu attım, potadan sekti top ve onun yanında dışarı çıktı. bir hatunun yanına kadar gitti ve biz de normal olarak "atsana lan şu topu" diye kibarca istedik topu. sağolsun attı ve top da tam olarak bilinen arkadaşa geldi. o kadar anlattım işte yazı boyunca, o. aldı topu ve bize bir bakış attı. sonra yanıma gelip "ben bunu sikerim" dedi. sfnhdkf, hayatımız boyunca yapmayacağımızı düşündüğümüz bir eylemin böyle aleni kullanılması garip gelmişti. hey be tosunuma diyerek topu kaptım elinden, attım, sayı! (burası niye konuya dahil, iyi şut atıyorum lan işte, belli etmek istedim)
(/flashback)
"olm ya, internet kafedeki hatun noldu?" diye bir ağız yokladım. ya boşver yææ gibisinden salladı. önceki bir kaç muhabbeti sordum, siklemedi. ben de eve gittim, kahve falan içtim. sonra düşündüm de, işte oydu yıllardır kendimi durdumama sebep olan kişi. herkesin kendisinden hoşlandığını sanan arkadaşımdı ve onun yüzünden ben de kimsenin benden hoşlanmadığını düşünür hale gelmiştim resmen. kesin kelimeler çıkmadığı sürece ağızdan, görmezden gelmeyi ilke edindim artık kendime. teşekkür ediyorum buradan kendisine, küfürlerimi de tırnak içine aldım, bilahare ileticem bir ara artık..
23 Şubat 2009 Pazartesi
martının simite aşkı
"12:20 vapuru kalkmak üzeredir"
kapının yanındaki görevli her zamanki gibi sert bakıyordu. bu bakıştı zaten beni koşmaya teşvik eden. tabi karşı kıtada beni bekleyen dilber de olabilirdi.(dilber dedim resmen, sırada ne var acaba, zaar?) kapıyı kaparım ha tipinde bakışlarıyla hala beni süzen adama bakmadım bile geçerken, sadece yürüyüp oturdum vapurun dış kısmına.
klâsikti aslında her şey. ellerinde simit martı vurmaya çalışan gençler. cidden amaçları buydu, yani beslemek gibi bir eğilimleri olmadığı açıktı. gençlerden birisi elindeki parça simiti dik bir açıyla havaya attı. simit de yer çekiminin etkisiyle aşağıya indi ve suya düştü. mundar etti pezevenk güzelim simiti. midem kazınıyordu ve genç yaptığı şeyi tekrarlamayı sürdürdü. bir kaç denemeden sonra baktım ki elindeydi martı. resmen yakalamıştı martıyı, ve seviyordu şimdi onu. ama harekete etmesine izin bile vermiyordu. belli ki acı çekiyordu martı ama yine de seviliyor olmak buydu galiba, her şeye rağmen duruyordu öylece.
sen geldin aklıma bu anda. tıpkı o martının yerinde olduğumu fark ettim o anda. ilk başlarda güzel gelmişti her şey. kelimelerini dik bir açıyla atıyordun bana doğru, eğer yakalamazsam onları aynen düşüyordu hepsi suya, yüzün asılıyordu. ama biliyordun buna kanacağımı. ısrarlar sürdürdün eylemini ve kapıldım rüzgarına. yakaladın çıplak ellerinle. hareket edemiyordum artık ama bundan keyif de alıyordum. seninleydim, daha ne olabilirdi ki? ama öyle değildi işte. her martı gibi benim de hareket etme eğilimim vardı.(martı oldum ya, daha da gam yemem) ve sen uçmamı engelliyordun.
tam bu sırada martı gencin elini gagaladı ve genç acıyla elini tutarken uçup gitti. ayrılık fikri burada geldi aklıma ilk kez. uygulamaya geçmem ise 20 dakikamı aldı. yani aşağı yukarı. yoksa saat tutmadım beybi bu iş için. o kadar da alçalamazdım sonuçta, sadece tahmini bir fikir söylüyorum. hani vapura binişim, ortalama inişim falan gibi. neyse konu bu bile değilken niye bu kadar kafayı takıyorum buna bilmiyorum. belki de sonunda rahatça hareket etmenin verdiği özgürlük bu, farklı şeylere uçmak istiyorum ama aklımın bir köşesinde hep o simit oluyor. tekrar atsan, tekrar kanacağımdan o kadar eminim ki, sırf bu yüzden vapurlara yaklaşmıyorum artık.
o gün söyleyemedim tabi ki sana bunu. bir martıdan ilham almak, hele böyle bir konuda pek mantıklı gelmiyor tabi insana. sonuçta sen o sahneyi görsen muhtemelen martıya acıyacaktın. çünkü sana farklı gelen oydu o anda. zaten çoğu kez tutmuştun o martıyı ve biliyordun nasıl hissettirdiğini. bana ise gencin yüz ifadesi seni hatırlatmıştı. benim durumuma acığıdını bile görebiliyordum ama aldığın keyif izin vermiyordu beni bırakmana. arkadaşlarına anlatıyordun hatta "burnu biraz sürtsün.." diye, üstüne bir de kahkaha atarak. ben de canlıydım, sen bana martı diyordun. attığın simitleri sırf kanayım diye taşıdığını bile o an anladım. yani vapura diğer binişimde. o genç yine oradaydı ve yine martı yakaladı. o an düşündüm, 1 liraya döner hakikaten tavuk etinden olmuyormuş...
kapının yanındaki görevli her zamanki gibi sert bakıyordu. bu bakıştı zaten beni koşmaya teşvik eden. tabi karşı kıtada beni bekleyen dilber de olabilirdi.(dilber dedim resmen, sırada ne var acaba, zaar?) kapıyı kaparım ha tipinde bakışlarıyla hala beni süzen adama bakmadım bile geçerken, sadece yürüyüp oturdum vapurun dış kısmına.
klâsikti aslında her şey. ellerinde simit martı vurmaya çalışan gençler. cidden amaçları buydu, yani beslemek gibi bir eğilimleri olmadığı açıktı. gençlerden birisi elindeki parça simiti dik bir açıyla havaya attı. simit de yer çekiminin etkisiyle aşağıya indi ve suya düştü. mundar etti pezevenk güzelim simiti. midem kazınıyordu ve genç yaptığı şeyi tekrarlamayı sürdürdü. bir kaç denemeden sonra baktım ki elindeydi martı. resmen yakalamıştı martıyı, ve seviyordu şimdi onu. ama harekete etmesine izin bile vermiyordu. belli ki acı çekiyordu martı ama yine de seviliyor olmak buydu galiba, her şeye rağmen duruyordu öylece.
sen geldin aklıma bu anda. tıpkı o martının yerinde olduğumu fark ettim o anda. ilk başlarda güzel gelmişti her şey. kelimelerini dik bir açıyla atıyordun bana doğru, eğer yakalamazsam onları aynen düşüyordu hepsi suya, yüzün asılıyordu. ama biliyordun buna kanacağımı. ısrarlar sürdürdün eylemini ve kapıldım rüzgarına. yakaladın çıplak ellerinle. hareket edemiyordum artık ama bundan keyif de alıyordum. seninleydim, daha ne olabilirdi ki? ama öyle değildi işte. her martı gibi benim de hareket etme eğilimim vardı.(martı oldum ya, daha da gam yemem) ve sen uçmamı engelliyordun.
tam bu sırada martı gencin elini gagaladı ve genç acıyla elini tutarken uçup gitti. ayrılık fikri burada geldi aklıma ilk kez. uygulamaya geçmem ise 20 dakikamı aldı. yani aşağı yukarı. yoksa saat tutmadım beybi bu iş için. o kadar da alçalamazdım sonuçta, sadece tahmini bir fikir söylüyorum. hani vapura binişim, ortalama inişim falan gibi. neyse konu bu bile değilken niye bu kadar kafayı takıyorum buna bilmiyorum. belki de sonunda rahatça hareket etmenin verdiği özgürlük bu, farklı şeylere uçmak istiyorum ama aklımın bir köşesinde hep o simit oluyor. tekrar atsan, tekrar kanacağımdan o kadar eminim ki, sırf bu yüzden vapurlara yaklaşmıyorum artık.
o gün söyleyemedim tabi ki sana bunu. bir martıdan ilham almak, hele böyle bir konuda pek mantıklı gelmiyor tabi insana. sonuçta sen o sahneyi görsen muhtemelen martıya acıyacaktın. çünkü sana farklı gelen oydu o anda. zaten çoğu kez tutmuştun o martıyı ve biliyordun nasıl hissettirdiğini. bana ise gencin yüz ifadesi seni hatırlatmıştı. benim durumuma acığıdını bile görebiliyordum ama aldığın keyif izin vermiyordu beni bırakmana. arkadaşlarına anlatıyordun hatta "burnu biraz sürtsün.." diye, üstüne bir de kahkaha atarak. ben de canlıydım, sen bana martı diyordun. attığın simitleri sırf kanayım diye taşıdığını bile o an anladım. yani vapura diğer binişimde. o genç yine oradaydı ve yine martı yakaladı. o an düşündüm, 1 liraya döner hakikaten tavuk etinden olmuyormuş...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)