31 Temmuz 2007 Salı

me again

bir eylül geceyarısında başlamıştı hayatı. sürekli ayrılıklarla devam hayatı. nereye sığınsa en mutlu anında kopuyordu oradan. çaresiz geçen yıllardan sonra, geçen yıllar boyunca hayatını etkileyeceği söylenen öss'ye girdi. sonuçları beklerken canı delicesine sıkılıyordu. medya eteği'ne girme gafletine düştü. ve o anda gördü ilk defa lafmacun'u. umarsız bir çocuk gibi düştü yüreğine bu kor. "aq böyle sözlük mü olur" derkene üye olmadı. takriben 10 gün sonra, yine bir eylül geceyarısında üye olmaya karar verdi. daha önce pek hatrı sayılır deneyimi olmamasındandır ki kısa yazdı sürekli. her başlıkta bir entrym olsun düşüncesine kapıldı heyecanla. istatistiklere baktı bu arada. 4000 civarı entry ile enigmatic vardı en tepede. geçerim ben bunu dedi içinden, ufaktan da hırs yaparak. nedensizce bağlandı lafmacun'a. yalnızlığını bile önemsemedi çoğu zaman. 14 saat bilgisayar başında kalmadı normal görmeye başladı. sosyallik seviyesi hayatının en düşük noktasına geldi. önceleri arkadaşlarıyla zaman geçirip, duygusal ilişkilere yelken açarken, artık tematik kasıyor, geyik başlıklar açıyordu. zamanla, nedense, bunun da güzel olduğunu düşündü. bu aralarda geldi yöneticilik yetkisi. artık sözlükte entry yazmasa bile bulunabilirdi. bu asosyallik noktasında bir devrimdi. sözlüğü sahiplenmesi de göz önüne alınınca, her entry yi okumaya başladı delice. en ufak hatayı bile kaçırmıyordu. bir yandan da entry yazıyordu. artık entry sıralamasında da ilk sıradaydı. o hırs yaptığı başarıya(!) ulaşmıştı. tabi her başarıya ulaşınca yaşandığı gibi bir boşluk hali sarmıştı dört bir yanını. belki de artık hayatında önemli birinin olmamasıydı canını sıkan, sevdicek bağlamında.

an itibariyle klavyesinde çıkıyor 12000. entrysi. 300 günde yazdığı tam 12000. entrysi. ve yazarken aklından geçiyor tabi ki "deli mi sikti lan beni, niye hayatımı veriyorum buraya". cevap gelmiyor ama aklından. sonradan düşüyor jeton. yıllardır yaşadığı yalnızlığı azaltan bir yer burası. normal hayattaki çekingenliğinin, tipsizliğinin, korkaklığının olmadığı bir yer burası. kendini gerçekten ifade edebildiği bir yer. çünkü burada kimse birbirnini gerçek yüzünü görmüyor. işbu sebepten yakışıklı-tipsiz demeden okuyor herkes birbirini. kız-erkek demeden inceliyor entryleri. sonunda cevabı bulduğuna seviniyor genç insan. zamanla neden bu hale geldiğini de fark etmeyi umut ediyor ve tabi düşünmeden de edemiyor, internet olmasaydı, acaba şimdi ne yapıyor olacaktı?

asfalt zeminde rovaşataya kalkmak

mahalle maçında nispeten daha iyi top oynadığını iddia eden bireyin, kanıtlama girişimidir. lakin malum ülke türkiye, pek hoş sonuçlarla karşılaşılmıyor bu denemeler sonucunda.

sene 1995-6, fatih terim'in daha saçları var. top oynuyoruz sokakta. sokak dediğim, bildiğin yol. arabalar geçiyor sürekli. taştan yapılma kalelerimimiz. sürekli tartışıyoruz, olm direk olsa çarpar girerdi, direküstü gol değil diye. derken işte o geliyor. aramızda en iyi top oynadığını söylenen çocuk. tabi yaşı büyük diye kimse karşı çıkamıyor. başlıyoruz maça. eleman iyi ya, takımları o kuruyor. başlıyor maç, top bende. deniz tarafına bakan kaleye hücum ediyoruz. soldan bir orta yapıyorum ki bir tek hagi yapabilir böylesini. eleman içerde, top geliyor, eleman ters zıplıyor, ne oluyor aq demeye kalmadan eleman yerde, kafadan kanlar akıyor. hemen hastaneye yetiştiriyorlar. allah'tan bir şey olmuyor elemana. o akşam babam diyor "evladım rövaşata iyi oyun göstergesi değildir" ama deli gönül dinlemiyor, anlamıyor. kafa kalın tabi almıyor, aynı denemeyi kendi de yapıyor ve daha kötü bir sonuçla kendini hastanede buluyor. o gün öğreniliyor işte kafanın kalın olması delinmeyeceği anlamına gelmiyormuş.

pul koleksiyoncusu

18 yıl önce başladı hikayem. o zamanlar ne pul bilirdim, ne koleksiyon. tek hatırladığım şey ayrılmaktır geçen zamandan. hep bir şeylerden ayrılmıştım. artık benim bir parçam olmuştu ayrılık. ayrılmadan yapamıyordum.
ilk arkadaşlarımı buldum. daha küçücüktüm. oyunlar oynayıp, eğlendim onlarla. sonra babam dedi gidiyoruz. ayrıldım hepsinden son bir bile görüşmeden. gittim ilk okulumu gördüm. ilk öğretmenimi, ilk bahçemi, ilk sıramı, ilk sıra arkadaşımı. soner. kanka ne demektir bilmeden bağlandım arkadaşıma. kelimelerin anlamını düşünmeden dolaştım onunla. babam dedi gidiyoruz, gittik. ilk defa okul değiştirdim, ilk defa yeni çocuk oldum. ama kaynaştım zamanla. onları da sevdim. hepsi içimden bir parça oldu. ama babam izin vermiyordu bir türlü bütünleşmemize. gidiyoruz dedi, gittik. ilk defa sevdim, daha doğrusu sevdiğimi sandım. yaşım 10'du daha. adı ise tuğçe. hep birlikteydik. ilk defa ben gitmemiştim bir yerden ancak bu sefer o gitti. sonradan öğrendim benim yüzümdenmiş, ama hiç tahmin edemeyeceğim sebepten dolayı. gitmişti, tıpkı bağlandığım diğer şeyler gibi. ertesi yıl ise sıra yine bendeydi, babam geldi, dinlemedim bile, tamam gidelim dedim, gittik. her seferinde alışmak biraz daha zorlaşıyordu. yıllardır beraber olan insanların arasına girmek gerçekten zordu, ama başardım. yine onlardan biri oldum. neye yaradı ki? yine gittik, yine ayrıldık. yaş geldi 13'e, ben geldim edirne'ye. ilk defa dışlandım. o ana kadar hiç yaşamadığım yalnızlık duygusunu ilk defa hissettim. kimse konuşmuyordu resmen. sonrasında bundan bile ayrılmak zorunda kaldım, yine gittik. derken liseye geldim. ilk defa bu kadar bağlandığımı hissettiğimi düşünüyordum. ancak ne zaman bu hisle dolsa içim tek bir olay çıktı karşıma. ordan da ayrılmak zorunda kaldım. bu kaçıncı ayrılık oldu ben saymadım. bundan sonra ise ilk sevgilim geldi karşıma. ama o kadar alışmışım ki ayrılmaya ondan da ayrıldım çabucak. sonra diğerleri geldi, sonları pek farklı olmadı. sadece isimler değişiyordu.
böyle geçen yıllar sonunda yine bir yerlere bağlanıyorum. ama içimdeki korkuyu bir türlü yok edemiyorum. ya burdan da ayrılırsam, ne yaparım?
 
eXTReMe Tracker