sportif organizasyonlar söz konusu olunca bir garip oluyor bu ülke. futbolla başlayalım olaya.
bilindiği üzere bu ülkenin en büyük başarıları maksimum 10 sene öncesine dayanıyor, yani öyle köklü bir geçmişi falan yok. sahip olduğu 100 yıllık kulüpler ise yine ancak son 10 yıldır avrupa’da sözü edilen kulüpler, hatta söz edildikleri falan pek yok, sadece son sekize falan kalınca meşhur oluyorlar bir süreliğine, o kadar. ancak buna rağmen, sanki futbol ekolümüz, köklü bir geçmişimiz varmış gibi her turnuvada yer almamız, hatta şampiyon olmamız bekleniyor. tamam, duygusal olarak hepimiz istiyoruz böyle şeyleri ama sonuçta ekol olmak öyle 10 sene ile pek mümkün değil be kuzum. bu takım dünya kupası’na katılamazsa kızmak serbest tabi de, olayı fiyasko boyutlarına götürmemek lazım.(bence) çünkü zaten 50 yıldır katılamıyorduk, bir kere katılınca kral mı olduk?
basketbol ile devam ederken olay daha da vahim noktalara geliyor. ilk ve tek başarısını 2001’de kendi evinde avrupa ikinciliği ile yaşamış bir milli takım var ortada. tamam efes pilsen’in avrupa kupası var ama ortadaki yabancı etkisi bambaşka bir boyutta. sadece milli takım olarak bakarsak, ikincilik dışında hiçbir şey yok ortada. ortada katılınmış bir olimpiyat bile yok, sonuncu olarak bitirileni saymazsak. yani ortada ne basketbol kültürü var, ne de geçmişi. buna rağmen avrupa şampiyonası’nda gruptan zor çıkınca takımımız, bir anda dövünmeler vuku buluyor. konuyla ilgili bir yazı da batug.com’da mevcuttu. batug abi diyordu ki, "yabancı bir ülkeden birisi görse bizim şu dövünmemizi, kendisine sorardı ’acaba kim bu eski şampiyon’ diye". bu derece abartan bir durumdayız. hani yugoslavya’yız da, gruptan mı çıkamadık bilemedim. geçmişin tekrarı mı bizi bu kadar, gurur duyardık halbuki onunla.
en belirgin sporlar olduğu için bunlar hakkında takılmak istedim. son olarak da karşımızda olimpiyatlar var. şu ana kadar toplamda 36 altın madalya sahibi olduğumuz olimpiyatlar. çin’in sadece bu olimpiyatlarda 59 altın aldığını düşünürsek, olay ortaya çıkıyor iyice. tarihteki tüm altınlarımız da tabi ki güreş ve halterden gelen madalyalar, arada da okçuluk var sanırım. bir iki de tekvando belki. tamamen güce dayalı, biraz teknik içeren sporlar. ne eskrim var ortada, ne atletizm, ne de estetik içeren herhangibir spor. yani olimpiyatlara 10-15 adam gidip, güç gösteriyoruz, olay bundan ibaret. pekin 2008 sona eriyor, herkes "çok başarısızdık" diyor. ben anlayamıyorum işte bunu, ne bekliyorduk ki? futbol-basketbol-voleyboldan hiçbirinde takımımız yok, keza hentbol. en büyük sporlar bunlar değil mi sonuçta? üstüne en iyi yüzücümüz elemelerde eleniyor, en iyi haltercimiz sıfır çekiyor. olabilecek şeyler bunlar, her insan başarısız olur. ama güvenilen kişi sayısı elin parmaklarıyla permütasyon yapacak durumda değilken, bu ufak şanssızlıklar tüm ülkenin başarısızlığı durumuna dönüşüyor. sanırım problemimiz de hep bu olacak. umutları tek bir adama bağlama problemi, kahraman çıkarma fenomeni..
demem o ki, sporda ne zaman süper başarılı oldu ki bu ülke, şimdi üzülüyor başarısızlıklara. en çok bizim alışık olmamız gerekmiyor mu bu olaya, yılların birikimi sonuçta bu başarısızlıklar.
not: tekrar edeyim, ben de isterim herkese çakalım ama bizim geleneğimiz, ekolümüz de bu işte. alışmak lazım gibi.
25 Ağustos 2008 Pazartesi
23 Ağustos 2008 Cumartesi
Championship Manager 01/02
Sene 2000 sonları, bilgisayarlar Türkiye için yeni aletler tabi. Babam da sağolsun almış bir tane. Ufaktan kullanıyoruz. Bu arada bilgisayar dergilerine de ilgiliyiz.
PC ile başlayan bir dergiydi ilk aldığım dergi. Yanında verdiği CD'yi açtığımda içinde CM adından bir oyun gördüm. Demo idi, demonun ne olduğunu oyunu kurunca öğrenmiştim. İngiltere ligiydi tek seçilebilen lig. Hemen Manchester United'ı ararken bir süre zaman harcadık elbet. Ardından Man Utd. ile şenlendik tabi. Nasıl transfer yapıldığını öğrenmek bir ortaokul öğrencisi için pek kolay değildi. Zamanla oyun inceliklerini kapmaya çalıştık. Ardından geldi şampiyonluklar. Tarih 2007 ve ben hala bu oyunu açınca sıkılmadan oynayabiliyorum. Yapılan güncellemeler de bu konuda oldukça faydalı tabi.
İşte böyleydi kişisel olarak oyunla tanışmam. Muhtemelen hepinizin buna benzer hikayeleri vardır. Zamanla tabi bu hikayeler gelişerek "Olm Zidane 72 ay ceza aldı resmen.", "Adamı aldım 17 yaşında, bir ay sonra futbolu bıraktı." tarzına gelmekte. Oyun ne kadar uzun oynanırsa, hikayelerde o kadar gelişiyor. Oyuna biraz daha teknik noktalardan yaklaşırsak, öncelikle oyunun gereksinimleri çok düşük. 1 mb. lık bir ekran bile rahatlıkla oynatabiliyor oyunu. Bu nokta elbette ki çoğu oyuncuyu oyuna çeken şeylerden biri. Çünkü oyunu simge durumuna küçültüp işlerinizi rahatlıkla halledebiliyorsunuz. Ardından aynen oyuna devam.
Diğer yandan ülkemizde bilindiği üzere 15 yaşını geçip, birazdan futboldan anlamaya başlayan her insan evladı, "default" olarak teknik direktördür. Hiçbir zaman direktörü beğenmez, hep daha iyisini bildiğini iddia ederler. Bu açıdan oyun ülkemizde müthiş bir pazara sahip. bunun yanına oyunun gerçek dünyayı, sanala müthiş taşıması da pazarı oldukça büyütmekte. Öyle ki Ersun Yanal'ın CM gözlemcilerini arayıp, bilgilerine güvenip, güvenemeyeceğini sorduğu bile söylenmekte. Ayrıca Yanal'ın yaptığı transferlere çoğu insan "Kim bu acaba?"
diye tepki verirken, CM oynayan insanlar oyuncu hakkında oldukça bilgilidirler çoğu durumda. Bir de alt liglerden süperstar bulmak, alt ligde bir takımın başına geçip, üstün başarılar sağlamak insanın egosunu tatmin eden şeylerdir. Sayılan onca sebep, bu oyunda hiçbir görsellik olmamasına rağmen, bu oyunun
efsanelerden biri olmasını sağlamıştır.
Şimdilerde çoğu eski CM oyuncusu yeni versiyonlarda görsellik artırıldığı halde 01-02'yi unutamadıklarını, halen onu oynadıklarını söylemektedirler. Neyse lafı uzattık biraz, açıp şu Erciyesspor'u ligde şampiyon yapmalıyım, 20 maç kaldı şunun şurasında...
PC ile başlayan bir dergiydi ilk aldığım dergi. Yanında verdiği CD'yi açtığımda içinde CM adından bir oyun gördüm. Demo idi, demonun ne olduğunu oyunu kurunca öğrenmiştim. İngiltere ligiydi tek seçilebilen lig. Hemen Manchester United'ı ararken bir süre zaman harcadık elbet. Ardından Man Utd. ile şenlendik tabi. Nasıl transfer yapıldığını öğrenmek bir ortaokul öğrencisi için pek kolay değildi. Zamanla oyun inceliklerini kapmaya çalıştık. Ardından geldi şampiyonluklar. Tarih 2007 ve ben hala bu oyunu açınca sıkılmadan oynayabiliyorum. Yapılan güncellemeler de bu konuda oldukça faydalı tabi.
İşte böyleydi kişisel olarak oyunla tanışmam. Muhtemelen hepinizin buna benzer hikayeleri vardır. Zamanla tabi bu hikayeler gelişerek "Olm Zidane 72 ay ceza aldı resmen.", "Adamı aldım 17 yaşında, bir ay sonra futbolu bıraktı." tarzına gelmekte. Oyun ne kadar uzun oynanırsa, hikayelerde o kadar gelişiyor. Oyuna biraz daha teknik noktalardan yaklaşırsak, öncelikle oyunun gereksinimleri çok düşük. 1 mb. lık bir ekran bile rahatlıkla oynatabiliyor oyunu. Bu nokta elbette ki çoğu oyuncuyu oyuna çeken şeylerden biri. Çünkü oyunu simge durumuna küçültüp işlerinizi rahatlıkla halledebiliyorsunuz. Ardından aynen oyuna devam.
Diğer yandan ülkemizde bilindiği üzere 15 yaşını geçip, birazdan futboldan anlamaya başlayan her insan evladı, "default" olarak teknik direktördür. Hiçbir zaman direktörü beğenmez, hep daha iyisini bildiğini iddia ederler. Bu açıdan oyun ülkemizde müthiş bir pazara sahip. bunun yanına oyunun gerçek dünyayı, sanala müthiş taşıması da pazarı oldukça büyütmekte. Öyle ki Ersun Yanal'ın CM gözlemcilerini arayıp, bilgilerine güvenip, güvenemeyeceğini sorduğu bile söylenmekte. Ayrıca Yanal'ın yaptığı transferlere çoğu insan "Kim bu acaba?"
diye tepki verirken, CM oynayan insanlar oyuncu hakkında oldukça bilgilidirler çoğu durumda. Bir de alt liglerden süperstar bulmak, alt ligde bir takımın başına geçip, üstün başarılar sağlamak insanın egosunu tatmin eden şeylerdir. Sayılan onca sebep, bu oyunda hiçbir görsellik olmamasına rağmen, bu oyunun
efsanelerden biri olmasını sağlamıştır.
Şimdilerde çoğu eski CM oyuncusu yeni versiyonlarda görsellik artırıldığı halde 01-02'yi unutamadıklarını, halen onu oynadıklarını söylemektedirler. Neyse lafı uzattık biraz, açıp şu Erciyesspor'u ligde şampiyon yapmalıyım, 20 maç kaldı şunun şurasında...
Fifa 99
Fifa serisinin efsane sayısıdır kendileri. Oyundaki oyuncuların gerçeklerine en ufak bir benzerlikleri ulunmamasına rağmen bu oyun yıllardan beri oynanabilmektedir. Nedenleri uzun zamandır gizli olan bu olayı araştırmak üzere yemedim, içmedim ve oyunu indirdim.
Kurarken içimde bir şeyler olmaya başladı. Adeta eski günlerime dönmüştüm. İlk defa internet kafeye girişim geldi aklıma. "Abi izlemek serbest mi?" deyişim. O günlerde sadece bir kaç oyun vardı bilgisayarda. Half-life, Fifa 99, Test drive, Red alert... Tabi bir de internet vardı ama o büyüklerin uğraşıydı. Biz oyun oynardık sadece. İlk defa bu büyüklerin internet muhabbeti yaptığı kafede tanışmıştım bu oyunla. İlk golümü de yine burada atmıştım Arsenal ile.
Tüm bunları düşünürken bir de baktım oyun kurulmuş. Açtım oyunu büyük bir hevesle. O görüntü hiç çıkmamıştı aklımdan. Dumanların arasından bir futbolcu çıkıyordu falan. Bunu genelde izlemez, hemen tıklayıp geçerdik, yine öyle yaptım. Ardından çıkacak olan "Push Any Button" ibaresini önceden 10 dakika beklerdik çıksın diye. Tabi gelişen teknoloji ile açılması 2 saniyeyi bile almadı. Hemen Dream League'e girdim. Seçtim yine Arsenal'ı, kadro anılarımı canlandırdı. İlk defa internet kafede Overmars ile kanat akını yapıp, Bergkamp ile golü bulmuştum. Yine yaptım aynısını. Tabi bu sefer biraz mekanikleşme oluştuğu için hiç zorlanmadım bunu yaparken. Ancak oynama konusunda pes yüzünden oluşan bazı sorunlar vardı. Örneğin bu oyunda ara pas E tuşu ile yapılmıyordu. Diğer yandan adam değiştirme tuşu olan Q, bu oyunda tekme atmaya yarıyordu. Tam bu noktada kafama dank etti. İşte bizi oyuna bağlayan şey buydu. Tekme. Şimdiye kadar hiç bir oyunda olmayan bir özellikti bu. Gönlünce tekme atmak. Hem de futbol maçının içinde.
İlk tekmeyi attığım an geldi birden aklıma. İnternet kafedeydim yine. Bir çocuk geldi yanıma, "Abi tekme atayım mı?" dedi, baştan bir brüst dedim, sonra açıkladı olayı ve attı da tekmeyi. Çok hoşuma gitti ama çaktırmadım. Çocuğun gaza gelmesini istemiyordum. "Tamam attın, gidebilirsin şimdi!" dedim. Çocuk uzaklaştı. Çocuğun yeterli uzaklığa gittiğini anlayınca tekmeyi bastım tekrar, ve tekrar ve tekrar... Bu artık bir tutkuya dönüşmüştü. Her gün oraya gidip, "Abi 250 bin liraya girebiliyor muyuz?" diyerek oturuyordum masaya ve tekmeleri atıyordum. Ta ki bir gün 6 kişi kalıp, maç iptal oluncaya kadar. Futbol kurallarını bilmeyen biri için gerçekten açıklaması zor olaydı. Uzun süre ağladım. Kendimi bilmez bir halde gittim internet kafeye. "Abi izleyebilir miyim?" bile diyemedim. Aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. En sonunda dükkan sahibi gözümün önünde tekme atıp, kırmızı kart yemeyince kendime geldim. Demek ki yapılabiliyordu bu da. Hemen eve gidip 250 bin lira istedim evden ve oyunu açtım. Tekme attım, kırmızı. Çok çalıştım ve kendimi geliştirerek kırmızı kart görmeden tekme olayını yaptım. Birden fark ettim ki oyun bende tutku haline gelmişti. Kafamı kaldırdım, yan masada bir çocuk da Fifa 99 oynuyordu ve maçı iptal olmuştu. Üzüntülü bir görüntüsü vardı, ona gidip olayı anlattım. Ardından karşılıklı oynadık. Kim önce tekme atacak yarışı başladı ve o günden beri bu oyunu hep oynamak istedim.
Teşekkürler EA Sports.
not: bir sene kadar önce Gmnd'nin sitesi için karalamıştım bunu, bir zaman sonra bir sürü forumda yayıldığını gördüm. ilk defa yaşıyordum böyle bir şey, garip oluyormuş hakikaten. alta da ismi yazmışlar, o garip bir his işte.
Kurarken içimde bir şeyler olmaya başladı. Adeta eski günlerime dönmüştüm. İlk defa internet kafeye girişim geldi aklıma. "Abi izlemek serbest mi?" deyişim. O günlerde sadece bir kaç oyun vardı bilgisayarda. Half-life, Fifa 99, Test drive, Red alert... Tabi bir de internet vardı ama o büyüklerin uğraşıydı. Biz oyun oynardık sadece. İlk defa bu büyüklerin internet muhabbeti yaptığı kafede tanışmıştım bu oyunla. İlk golümü de yine burada atmıştım Arsenal ile.
Tüm bunları düşünürken bir de baktım oyun kurulmuş. Açtım oyunu büyük bir hevesle. O görüntü hiç çıkmamıştı aklımdan. Dumanların arasından bir futbolcu çıkıyordu falan. Bunu genelde izlemez, hemen tıklayıp geçerdik, yine öyle yaptım. Ardından çıkacak olan "Push Any Button" ibaresini önceden 10 dakika beklerdik çıksın diye. Tabi gelişen teknoloji ile açılması 2 saniyeyi bile almadı. Hemen Dream League'e girdim. Seçtim yine Arsenal'ı, kadro anılarımı canlandırdı. İlk defa internet kafede Overmars ile kanat akını yapıp, Bergkamp ile golü bulmuştum. Yine yaptım aynısını. Tabi bu sefer biraz mekanikleşme oluştuğu için hiç zorlanmadım bunu yaparken. Ancak oynama konusunda pes yüzünden oluşan bazı sorunlar vardı. Örneğin bu oyunda ara pas E tuşu ile yapılmıyordu. Diğer yandan adam değiştirme tuşu olan Q, bu oyunda tekme atmaya yarıyordu. Tam bu noktada kafama dank etti. İşte bizi oyuna bağlayan şey buydu. Tekme. Şimdiye kadar hiç bir oyunda olmayan bir özellikti bu. Gönlünce tekme atmak. Hem de futbol maçının içinde.
İlk tekmeyi attığım an geldi birden aklıma. İnternet kafedeydim yine. Bir çocuk geldi yanıma, "Abi tekme atayım mı?" dedi, baştan bir brüst dedim, sonra açıkladı olayı ve attı da tekmeyi. Çok hoşuma gitti ama çaktırmadım. Çocuğun gaza gelmesini istemiyordum. "Tamam attın, gidebilirsin şimdi!" dedim. Çocuk uzaklaştı. Çocuğun yeterli uzaklığa gittiğini anlayınca tekmeyi bastım tekrar, ve tekrar ve tekrar... Bu artık bir tutkuya dönüşmüştü. Her gün oraya gidip, "Abi 250 bin liraya girebiliyor muyuz?" diyerek oturuyordum masaya ve tekmeleri atıyordum. Ta ki bir gün 6 kişi kalıp, maç iptal oluncaya kadar. Futbol kurallarını bilmeyen biri için gerçekten açıklaması zor olaydı. Uzun süre ağladım. Kendimi bilmez bir halde gittim internet kafeye. "Abi izleyebilir miyim?" bile diyemedim. Aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyordum. En sonunda dükkan sahibi gözümün önünde tekme atıp, kırmızı kart yemeyince kendime geldim. Demek ki yapılabiliyordu bu da. Hemen eve gidip 250 bin lira istedim evden ve oyunu açtım. Tekme attım, kırmızı. Çok çalıştım ve kendimi geliştirerek kırmızı kart görmeden tekme olayını yaptım. Birden fark ettim ki oyun bende tutku haline gelmişti. Kafamı kaldırdım, yan masada bir çocuk da Fifa 99 oynuyordu ve maçı iptal olmuştu. Üzüntülü bir görüntüsü vardı, ona gidip olayı anlattım. Ardından karşılıklı oynadık. Kim önce tekme atacak yarışı başladı ve o günden beri bu oyunu hep oynamak istedim.
Teşekkürler EA Sports.
not: bir sene kadar önce Gmnd'nin sitesi için karalamıştım bunu, bir zaman sonra bir sürü forumda yayıldığını gördüm. ilk defa yaşıyordum böyle bir şey, garip oluyormuş hakikaten. alta da ismi yazmışlar, o garip bir his işte.
17 Ağustos 2008 Pazar
ürün iade etmektense ölürüm
çok zor bir zorluk bu, bambaşka bir şey. yani en azından öyle hayal ediyorum. yoksa 4 saat önce yattığımı bilen birisi niye oldukça sert bir şekilde beni uyandırmaya çalışsın ki, değil mi?
saat 10:30'du, artık yatayım, akşama kadar uyurum hayalleri geçiyordu aklımdan, yattım, 4 saat sonra o ulvi görev için uyandırılacağımı bilmeden.
saat 14:30'du artık, omzumdaki titreme vücuduma yayılmıştı, bu etkiyle uyanabildim. karşımda mehmet okur formasıyla abim vardı. bu ne lan bile diyemeden anlatmaya başladı. hiçbir şey anlamadım, dinlemedim ki zaten, saat daha 14 beybi, uyku zamanıydı daha.
derken big boss geldi odaya, göt kadar odada 3 adam durduk öyle. zaten sıcak ortalık, 36 derece ebemle ilişkiye giriyor, bir de saat 14'de uyandırılmanın siniriyle yüzümü yıkamaya gittim, akmıyordu sular. "biz kestik" sözü olaylara anlam katamıyordu. sonradan fark ettiğim üzere çeşme değiştirme çabası varmış evde, ve bu uğraşın sonunda eldeki yeni çeşmenin bölgeye uyumlu olmadığı anlaşılmış, değiştirilmesine karar verilmiş ve ben uyandırılmışım. lâkin bu ulvi görev için niye seçildiğime dair hiçbir fikrim yok. daha önce müthiş bir iade falan da yapmışlığım yok, öyle anlamsız ki her şey, uykum var amk.
38. merdivende kavrıyordum olayı, cebimde para ve fiş, elimde ise bir torba içinde çeşme aparatları. evet oraya gidecek, uygun bir ürün olup olmadığını soracak, değişimi yapacak, eğer yoksa iade işlemini gerçekleştirip parayı ele geçirip, o para ile 2 adet ekmek alacaktım. uykulu bir insana yapılmaması gereken bir şey bu kesinlikle.
konuya geliyorum şimdi, zaman zaman yaşarız böyle, aile bireylerinden birisi eve gelirken bir ürün satın almıştır, bir süre sonra o ürünün istediği şey olmadığını anlar ve değiştirmeniz ya da iade etmeniz için size verir. buradaki siz evin küçük çocuğuna refer ediyor.(refer etmek) siz de ne olduğu hakkında hiçbir fikriniz olmayan o ürün ile ne iş yaptığını bile bilmediğiniz bir dükkana gidip, salak salak muhabbete girersiniz. işin kötü yanı dükkan sahibi sizin olayla ilgili olmamanız konusunu bir türlü kavrayamaz.
- bu şeyi değiştirmek istiyorum.
+ bakayım, bunun bandrolü yok.
- evet yok.
+ peki nereden bileyim bunu buradan aldığını.(direkt senli benli oldu pezevenk)
- fiş..
+ hmm, bakalım.
- bu dalga uymamış bizim mutfağa, şuna göre bir tane alacakmışım.
+ sadece çeşme mi?
- şunlardan işte.
+ hmm, fatiiih. şu çeşmeden çıkart. buyrun.
- pardon bunun ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok ama bunların boyu aynı değil.
+ aynı işte.
- iyi de o zaten bizim mutfağa uymayan parça.
+ haaa, doğru uymuyor bu.
- evet ben de öyle demiştim. aynısından alabilir miyim?(alabilmek)
+ yok ki.
- peki.
+ iade alalım o zaman.
-(ooo cisıs)
saat 10:30'du, artık yatayım, akşama kadar uyurum hayalleri geçiyordu aklımdan, yattım, 4 saat sonra o ulvi görev için uyandırılacağımı bilmeden.
saat 14:30'du artık, omzumdaki titreme vücuduma yayılmıştı, bu etkiyle uyanabildim. karşımda mehmet okur formasıyla abim vardı. bu ne lan bile diyemeden anlatmaya başladı. hiçbir şey anlamadım, dinlemedim ki zaten, saat daha 14 beybi, uyku zamanıydı daha.
derken big boss geldi odaya, göt kadar odada 3 adam durduk öyle. zaten sıcak ortalık, 36 derece ebemle ilişkiye giriyor, bir de saat 14'de uyandırılmanın siniriyle yüzümü yıkamaya gittim, akmıyordu sular. "biz kestik" sözü olaylara anlam katamıyordu. sonradan fark ettiğim üzere çeşme değiştirme çabası varmış evde, ve bu uğraşın sonunda eldeki yeni çeşmenin bölgeye uyumlu olmadığı anlaşılmış, değiştirilmesine karar verilmiş ve ben uyandırılmışım. lâkin bu ulvi görev için niye seçildiğime dair hiçbir fikrim yok. daha önce müthiş bir iade falan da yapmışlığım yok, öyle anlamsız ki her şey, uykum var amk.
38. merdivende kavrıyordum olayı, cebimde para ve fiş, elimde ise bir torba içinde çeşme aparatları. evet oraya gidecek, uygun bir ürün olup olmadığını soracak, değişimi yapacak, eğer yoksa iade işlemini gerçekleştirip parayı ele geçirip, o para ile 2 adet ekmek alacaktım. uykulu bir insana yapılmaması gereken bir şey bu kesinlikle.
konuya geliyorum şimdi, zaman zaman yaşarız böyle, aile bireylerinden birisi eve gelirken bir ürün satın almıştır, bir süre sonra o ürünün istediği şey olmadığını anlar ve değiştirmeniz ya da iade etmeniz için size verir. buradaki siz evin küçük çocuğuna refer ediyor.(refer etmek) siz de ne olduğu hakkında hiçbir fikriniz olmayan o ürün ile ne iş yaptığını bile bilmediğiniz bir dükkana gidip, salak salak muhabbete girersiniz. işin kötü yanı dükkan sahibi sizin olayla ilgili olmamanız konusunu bir türlü kavrayamaz.
- bu şeyi değiştirmek istiyorum.
+ bakayım, bunun bandrolü yok.
- evet yok.
+ peki nereden bileyim bunu buradan aldığını.(direkt senli benli oldu pezevenk)
- fiş..
+ hmm, bakalım.
- bu dalga uymamış bizim mutfağa, şuna göre bir tane alacakmışım.
+ sadece çeşme mi?
- şunlardan işte.
+ hmm, fatiiih. şu çeşmeden çıkart. buyrun.
- pardon bunun ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok ama bunların boyu aynı değil.
+ aynı işte.
- iyi de o zaten bizim mutfağa uymayan parça.
+ haaa, doğru uymuyor bu.
- evet ben de öyle demiştim. aynısından alabilir miyim?(alabilmek)
+ yok ki.
- peki.
+ iade alalım o zaman.
-(ooo cisıs)
16 Ağustos 2008 Cumartesi
basketbolcu olma hayali
"hayallerde yaşıyor bazı ibneler"
evet yaşıyorduk amk, ne yapabilirdik ki başka? elimizde bir basketbol topu, okulda biri kırık iki potamız vardı. bir de üstüne koymuşlardı sike sike geçmek zorunda kalacağım öss’yi. başka bir kurtuluş yolu vardı da ben mi seçmedim acaba?
----previously on pulcu-----
2. sınıftayken hatırlıyorum, topu potaya değdiren puan alıyordu. iki sayı ne zaman olur, üçlük nedir bilinmeye karanlık dönemler. o zamanlar sadece bir topa değmek bile heyecandı.(halen bazı toplar bu heyecanı veriyor) hayaller de yeni yeni oluşuyordu tabi. bir gün şu potaya asılıcam diye düşünüyordu insan, sonuçta hayallerle yaşıyordu bazı ibneler..
8. sınıfa gelince her insan gibi birden boy attığımı fark ettim, resmen uzamıştım la. ve artık potaya değenin +2 mana kazandığı dönemdeydik. hayallerde oturmaya başlamıştı artık, üçlük civarında top sürerken 3, 2, 1 diye sayıp atıyorduk şutu sanki son saniyede takımı kurtarırmışcasına. eğleniyorduk da hani, yaşıyorduk hayallerle be amk ibne olamasak da..(o sıralar için)
lise hayallere re-building yapmak için iyi bir dönemdi, her şeyi düzene koyup, tam bir basketbolcu olmak için de geliştirmek lazımdı insanın kendisini. okulun ilk günü kapalı spor salonunda gezerken tüm hayallerim geçti gözlerimin önünden, evet günler yaklaşıyordu.
ilk maçıma lise birde çıkabilmiştim ancak resmi olarak. spor salonunda maç yapmak hem de liselerarası turnuvada boy göstermek müthiş bir şeydi, hayallerim için bunu yaşamam gerekiyordu. o sene maç başına 3-5 sayı atıp hayallerimi sürdürdüm. ertesi sene ilk beşte çıkarken hayaller pekişti birden. sürekli topla oynayan oyuncu olunca, bir de üstüne tribün desteği gelince insan kendini gerçekten hayallerini gerçekleştirdiğine inandırabiliyormuş, bunu anladım.
okuldaki tek potada artık tek hakim olarak gidiyordum hayallerimin peşinden. bir zamanlar topu değdirmek için uğraştığım potaya smacı nasıl vursam diye düşünerek yaklaşıyordum. yoksa gerçekleşiyor muydu bu ibne hayalleri lan?
lise iki biterken streetball turnuvasına katılıp, artık profesyonel hayata atılma hayalindeyim, halen hayaller peşimi bırakmıyordu. ilk maça çıkarken "efes pilsen gözlemcisi tribündeymiş geyiği" sikti belamı. ulan o yaştaki, o gazdaki birine bu söylenir mi, hiç mi halden anlamıyorsunuz ibneler? topu aldığım gibi smaca girdim. yere basarken ayağım kaydı hafiften, önemsemedim. hayaller gözleri de kör edebiliyormuş demek ki, resmen yer kayıyordu amk. bir daha topu aldım ve zıpladım. pek dengeli olduğu söylenemezdi. smacı vurduktan sonrası ise pek hoş değildi. vücudun ağırlığını taşıyamayan bir diz ve onun dönmesiyle irkilen insanlar. acıyla yerde yatarken hayaller pek de yakın görünmüyordu artık, akabinde yatakta 2 ay geçirince ise artık hayal bile edilemeyeceklerini anlıyordu insan.
hala ara sıra pota görünce "zamanında bir maçta..." adamlarına dönüşüyorum galiba, artık daha da inanıyorum bazı ibnelerin hayallerle yaşadığına. hayatın kaynağı lan bu, biraz mutluluk bile veriyor bazen. 3, 2, 1 ve sayıııı...
evet yaşıyorduk amk, ne yapabilirdik ki başka? elimizde bir basketbol topu, okulda biri kırık iki potamız vardı. bir de üstüne koymuşlardı sike sike geçmek zorunda kalacağım öss’yi. başka bir kurtuluş yolu vardı da ben mi seçmedim acaba?
----previously on pulcu-----
2. sınıftayken hatırlıyorum, topu potaya değdiren puan alıyordu. iki sayı ne zaman olur, üçlük nedir bilinmeye karanlık dönemler. o zamanlar sadece bir topa değmek bile heyecandı.(halen bazı toplar bu heyecanı veriyor) hayaller de yeni yeni oluşuyordu tabi. bir gün şu potaya asılıcam diye düşünüyordu insan, sonuçta hayallerle yaşıyordu bazı ibneler..
8. sınıfa gelince her insan gibi birden boy attığımı fark ettim, resmen uzamıştım la. ve artık potaya değenin +2 mana kazandığı dönemdeydik. hayallerde oturmaya başlamıştı artık, üçlük civarında top sürerken 3, 2, 1 diye sayıp atıyorduk şutu sanki son saniyede takımı kurtarırmışcasına. eğleniyorduk da hani, yaşıyorduk hayallerle be amk ibne olamasak da..(o sıralar için)
lise hayallere re-building yapmak için iyi bir dönemdi, her şeyi düzene koyup, tam bir basketbolcu olmak için de geliştirmek lazımdı insanın kendisini. okulun ilk günü kapalı spor salonunda gezerken tüm hayallerim geçti gözlerimin önünden, evet günler yaklaşıyordu.
ilk maçıma lise birde çıkabilmiştim ancak resmi olarak. spor salonunda maç yapmak hem de liselerarası turnuvada boy göstermek müthiş bir şeydi, hayallerim için bunu yaşamam gerekiyordu. o sene maç başına 3-5 sayı atıp hayallerimi sürdürdüm. ertesi sene ilk beşte çıkarken hayaller pekişti birden. sürekli topla oynayan oyuncu olunca, bir de üstüne tribün desteği gelince insan kendini gerçekten hayallerini gerçekleştirdiğine inandırabiliyormuş, bunu anladım.
okuldaki tek potada artık tek hakim olarak gidiyordum hayallerimin peşinden. bir zamanlar topu değdirmek için uğraştığım potaya smacı nasıl vursam diye düşünerek yaklaşıyordum. yoksa gerçekleşiyor muydu bu ibne hayalleri lan?
lise iki biterken streetball turnuvasına katılıp, artık profesyonel hayata atılma hayalindeyim, halen hayaller peşimi bırakmıyordu. ilk maça çıkarken "efes pilsen gözlemcisi tribündeymiş geyiği" sikti belamı. ulan o yaştaki, o gazdaki birine bu söylenir mi, hiç mi halden anlamıyorsunuz ibneler? topu aldığım gibi smaca girdim. yere basarken ayağım kaydı hafiften, önemsemedim. hayaller gözleri de kör edebiliyormuş demek ki, resmen yer kayıyordu amk. bir daha topu aldım ve zıpladım. pek dengeli olduğu söylenemezdi. smacı vurduktan sonrası ise pek hoş değildi. vücudun ağırlığını taşıyamayan bir diz ve onun dönmesiyle irkilen insanlar. acıyla yerde yatarken hayaller pek de yakın görünmüyordu artık, akabinde yatakta 2 ay geçirince ise artık hayal bile edilemeyeceklerini anlıyordu insan.
hala ara sıra pota görünce "zamanında bir maçta..." adamlarına dönüşüyorum galiba, artık daha da inanıyorum bazı ibnelerin hayallerle yaşadığına. hayatın kaynağı lan bu, biraz mutluluk bile veriyor bazen. 3, 2, 1 ve sayıııı...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)