"12:20 vapuru kalkmak üzeredir"
kapının yanındaki görevli her zamanki gibi sert bakıyordu. bu bakıştı zaten beni koşmaya teşvik eden. tabi karşı kıtada beni bekleyen dilber de olabilirdi.(dilber dedim resmen, sırada ne var acaba, zaar?) kapıyı kaparım ha tipinde bakışlarıyla hala beni süzen adama bakmadım bile geçerken, sadece yürüyüp oturdum vapurun dış kısmına.
klâsikti aslında her şey. ellerinde simit martı vurmaya çalışan gençler. cidden amaçları buydu, yani beslemek gibi bir eğilimleri olmadığı açıktı. gençlerden birisi elindeki parça simiti dik bir açıyla havaya attı. simit de yer çekiminin etkisiyle aşağıya indi ve suya düştü. mundar etti pezevenk güzelim simiti. midem kazınıyordu ve genç yaptığı şeyi tekrarlamayı sürdürdü. bir kaç denemeden sonra baktım ki elindeydi martı. resmen yakalamıştı martıyı, ve seviyordu şimdi onu. ama harekete etmesine izin bile vermiyordu. belli ki acı çekiyordu martı ama yine de seviliyor olmak buydu galiba, her şeye rağmen duruyordu öylece.
sen geldin aklıma bu anda. tıpkı o martının yerinde olduğumu fark ettim o anda. ilk başlarda güzel gelmişti her şey. kelimelerini dik bir açıyla atıyordun bana doğru, eğer yakalamazsam onları aynen düşüyordu hepsi suya, yüzün asılıyordu. ama biliyordun buna kanacağımı. ısrarlar sürdürdün eylemini ve kapıldım rüzgarına. yakaladın çıplak ellerinle. hareket edemiyordum artık ama bundan keyif de alıyordum. seninleydim, daha ne olabilirdi ki? ama öyle değildi işte. her martı gibi benim de hareket etme eğilimim vardı.(martı oldum ya, daha da gam yemem) ve sen uçmamı engelliyordun.
tam bu sırada martı gencin elini gagaladı ve genç acıyla elini tutarken uçup gitti. ayrılık fikri burada geldi aklıma ilk kez. uygulamaya geçmem ise 20 dakikamı aldı. yani aşağı yukarı. yoksa saat tutmadım beybi bu iş için. o kadar da alçalamazdım sonuçta, sadece tahmini bir fikir söylüyorum. hani vapura binişim, ortalama inişim falan gibi. neyse konu bu bile değilken niye bu kadar kafayı takıyorum buna bilmiyorum. belki de sonunda rahatça hareket etmenin verdiği özgürlük bu, farklı şeylere uçmak istiyorum ama aklımın bir köşesinde hep o simit oluyor. tekrar atsan, tekrar kanacağımdan o kadar eminim ki, sırf bu yüzden vapurlara yaklaşmıyorum artık.
o gün söyleyemedim tabi ki sana bunu. bir martıdan ilham almak, hele böyle bir konuda pek mantıklı gelmiyor tabi insana. sonuçta sen o sahneyi görsen muhtemelen martıya acıyacaktın. çünkü sana farklı gelen oydu o anda. zaten çoğu kez tutmuştun o martıyı ve biliyordun nasıl hissettirdiğini. bana ise gencin yüz ifadesi seni hatırlatmıştı. benim durumuma acığıdını bile görebiliyordum ama aldığın keyif izin vermiyordu beni bırakmana. arkadaşlarına anlatıyordun hatta "burnu biraz sürtsün.." diye, üstüne bir de kahkaha atarak. ben de canlıydım, sen bana martı diyordun. attığın simitleri sırf kanayım diye taşıdığını bile o an anladım. yani vapura diğer binişimde. o genç yine oradaydı ve yine martı yakaladı. o an düşündüm, 1 liraya döner hakikaten tavuk etinden olmuyormuş...
23 Şubat 2009 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder