16 Eylül 2008 Salı

arabesk

hep garip gelmişti bu tarz müzik, ta ki 15 yaşındayken yaşadığım şu olaya dek.

boyu uzamaya başlayan her genç dimağ gibi bir basketbol topu edinmiştim. ara sıra nispeten kısa potalara sahip okula gidip dadmin olurdum. yine böyle günlerden birinde, sakalları çıkmaya çalışan bir genç geldi yanıma ve bir kaç atış yapma isteğini bildirdi. peki dememe kalmadan topu almıştı bile gerçi, yine de tabi, olur dedim. şut attıkça arkadaş muhabbet kurmaya çalışıyordu. "neler dinliyorsun" diye amerikanvari bir soru attı ortaya. aslında o soru öylece kalsaydı ortada, belki çok daha mutlu biri olabilirdim şu an ama bırakmadım soruyu orada, bırakamadım. "rep dinliyorum yææ" dedim. daha ma ma ma ma maykrofon şov zamanına geçilmemişti ve rep dendiğinde akla sadece eminem geliyordu. the eminem show da o sıralar çıkmıştı sanırım, arkadaşlarla toplanıp, dinliyorduk. bir yandan da nefreeet diye türk rap için beginner kısmından dinleşiyorduk.

cevabım üzerine topu tuttu ve bana güldü. bu kadar yavşakça bir gülümseme görmemiştim daha önce. zaten yaş küçük amk, nerede görüceksin ama yine de görmemiş olmak garip gibiydi. yeni şeyler yaşamak felam. çaresizce "peki, sen ne dinliyorsun" demek, hayatımın yönünü değiştirecekmiş, bilemedim. şimdi hatırlamadığım bir isim söyledi ağır bir tonlamayla. hiç bu kadar acı çekmemiştim. sadece adını duymak bile ebemi emmişti. bakışlarımdan anlamadığımı anlamış olduğunu anlama arifesindeyken arabesk dedi. evet, bunun anlamını ufaktan biliyordum sanki, belki. müzik sınıflandırma konusunda en sığ dönemler hocu, "dinlemiyorum o tür şeyler" tribinden kurtulmak zaman alabiliyordu. ama henüz o moddaydım ve dedim, dinlemiyorum o tür şeyler derken gözleri çakmak çakmak oldu. "hiç aşık olmadın o halde" dedi. öylece baktım, top elimdeydi, şut attım, girmedi. hayatımın akışı değişmişti. tanrım mal gibi rap dinlerken ben, insanlar aşık oluyor ve acılarından böyle müzikler dinliyorlardı. eve gittim çaresiz.

hemen aklıma okuldaki zeynep geldi, aşıktım lan ben. kasetleri karıştırdım, müslüm gürses buldum. hayatımda hiç dinlememiştim ama aşık olduğum için artık dinleme seviyesine ulaştığımı hissediyordum. müzik setini ayarladım ve iki şarkı dinledim, iğrençti. bir sorunum olduğunu düşündüm, bir şarkı daha dinledim. olmuyordu, bir türlü acı çekemiyordum. sonra doğanın kanunu’nu açtım nefret’ten, keyfim yerine gelmişti. sanırım tam aşık olmamıştım henüz diye düşündüm.

şimdi düşünüyorum da, siktir lan ordan, ne alakası var aşık olmakla, gayet sikindirik işte fmsdhşkldfnh.

7 Eylül 2008 Pazar

bizim oğlan da amerika'da okuyor

ey gidi gençlik, düşündükçe mutlu oluyor işte insan ufaktan da olsa. o yıllarda vardı çünkü "sınıfın en çalışkanı" geyiği. çünkü o zamanlar yoktu okuldan puan almak. çünkü yine o zaman yoktu denemeler arasında geçen zamanlar konu çalışmak. güzeldi yani, yatmak falan...

zamanla ufaktan büyüdük işte, öss malum toplum gerçeği pozisyonunda artık. e biz de girdik normal olarak. akabinde girdiğim bölüm zaten dil bölümünden mezun olan biri için gayet normaldi. kabusum ise tam bu sırada başladı. üst komşumuzdu melahat abla, her sitede vardı ondan bir tane, her yere yetebiliyordu. sonuçların açıklandığı gün anneme soruşunu duydum kendi odamdan. "hayırlısı olsun" derken sesinde bir şeyleri açıklamak için sorulmasını bekleyen insan tonu vardı. annem de boş çevirmedi onu, onun oğlunu sordu.

"bizim oğlan da amerika'da okuyor."

sanırım hayatımda bu kadar etkileyici ve bir o kadar boş bir cümle duymamıştım daha önce. okuyacağım bölümün ingilizce, amerika'nın ise ana dilinin yine bu ingilizce olduğu düşünülünce olay komplo teorisine doğru sürükleniyordu. daha doğrusu anlaşılır hale geliyordu. bölümümü duyan melahat hanım kendi oğlunun da aşağı kalır bir yanının olmadığını böylece belirtmiş oluyordu. yani o amerika'da, zaten biliyor ingilizce, bir de üstüne okuyor orada gibisinden. pek siklediğimi söyleyemem bu olayı, nitekim hayatımda görmediğim bir adamın amerika'da daha ne okuduğunu bile belli değilken bu kadar övülmesi pek siklenecek bir olay değildi. geçip, gitti işte.

ancak kısa zaman sonra tekrar melahat hanım ve amerika'da okuyan oğlu tandanslı haberler alışım sürüyordu. alış zayıflığıma rağmen haberler adeta rss eklentisi gibi geliyordu. lâkin kafama takılan konu bu adamın ne okuduğuydu. amk okuyor amerika'da da, olayı ne? öte yandan amerika'nın neresinde, amerika birleşik devletleri'nin kısaltması mı oluyor o amerika, yoksa güney amerika'da mı bu eleman, ulan acaba her gece başka hatun mu götürüyordur gibi sorular kafamı bolca meşgul etti. uzun süren düşünmelerim sonucunda(ki pek yapmam bunu) yok lan tipsizin tekidir o şimdi, nereye götürücek her akşam başka hatun diyerek kendimi rahatlatmıştım. ama hala okuduğu her ne ise gizemdi benim için.

bir gün melahat hanım kocasıyla birlikte bize oturmaya gelmişti. komşusal muhabbetlerde konu bana gelince, olaya katılasım geldi ve hilmi amcaya kazara "sizin oğlan ne okuyor?" diye sordum. bu sorum tamamen iyi niyetle bezeli, hatta öylesine denebilecek türden bir soruydu. kim bilebilirdi ki hilmi amcanın içine nejat uygur kaçtığını. "kitap" dedi. müsade isteyerek odama geçtim, müziği açtım, kafa falan salladım. kitap dedi lan resmen.

6 Eylül 2008 Cumartesi

mahallede mobilya dükkanı olan adamın oğlu modu

/mode mobilya_dukkani.exe yapıyorsun, çalışıyor bu. arada server farklılıkları ortaya çıksa da, genel olarak aynı kasaya sahip ürünler kullanıyor bu modu. özellikle babalarının gömlek cebinde taşıdıkları sigaradan tek dal yürüten çocuklar, orta ikiden terk olduktan sonra geçiyorlar bu moda, hem de /mode bile yazamadan, biraz default oluyor işler bazen.

anlaşılması gayet de kolaydır hani, öyle gizlemez kendini, direkt salar ortaya. bilirsiniz hani bütün mahalle esnafı oturup, sohbet eder mahallenin bir köşesinde, işte burada başlar oğlanımızın modu. orta ikiden terk doğduğu için direkt babasının yanında takılmaya başlamıştır kerata, zamanla bu esnaf sohbetlerini dinleye dinleye iyi de bir anlatıcı olmaya başlar. tabi bu anlatma özelliğini asla babası yaşındaki esnafların ortamında göstermez. daha ziyade babalar cuma namazına gittiğinde yerlerine bakan çocuklar muhabbete tutuştuğunda dile gelir. zaten diğer çocuklara nazaran daha bıçkın ve büyük olması da bu özelliğe sahip olmasa bile öyleymişcesine davranmasını sağlar.

işte yine orada, başlıyor anlatmaya;

"o değil de, bak geçen yaz ne oldu. halime teyzenin büyük kızını bilirsiniz, neydi adı? heh, ayşe. oturuyorum dükkanda, nasıl sıcak ama, gavur amı gibi yanıyor ortalık. klimayı da açamıyoruz ki, peder bey hemen kapatıyor. niye taktırmışsa sanki amuğa goyim, öylece duruyor alet. aslında şeytan diyor(hep şeytan der) sök bir gece, git sat, parasıyla da kur çilingir sofrasını. neyse, işte ortalık kavruluyor resmen mını sikiyim. kapıda belirdi bu, ayşe. bir etek giymiş ama üflesem uçacak gibi. bir de bunlar tatilden yeni dönmüşler, bacaklar bronz. bluzunun da üst düğmeleri açık, yanıyor amına koyim. yaklaştı yanıma, aniden dönünce eteği havalandı. o zaman çaktım dalgayı, iş atıyordu. yalandan bir iki sordu fiyatları. çaktırmadan elledim arkadan, baktım ses etmiyor, iyice bastırdm, güldü bu. arkadaki mobilyaları gösterme ayağına götürdüm bunu, sonra da götürdüm işte. yer misin, yemez misin, yer misin, yemez misin... şerefsizim 3 saat mala vurdum, ağlattım resmen. ilk postadan sonra baktım kalktı bu gidecek, yakaladım kolunndan, bir daha, sonra bir daha. akşam olmuş, haberimiz yok. bunu yolladım evine, ara ara geldi gitti böyle işte..."

tam olarak anlattığı hikaye bu kalıplardadır. zaman zaman karakterler değişebilir, yani hatun karakterler tabi. bazen "karı beni beğendi, para almadı" denilen fahişedir bu, bazen de karşı komşunun evden okula, okuldan eve yaşayan büyük kızı. olayın gerçekliğinin ya da yaşanma ihtimalinin dahi önemi yoktur. mühim olan o an orada dinleyenleri memnun etmektir, zira çoğu ergenlik çağındaki dimağlar da etkilenir bu hikayelerden, gidip otuzbir falan çekerler dükkanlarında.

anlatımın güçlü olmasının en büyük sebeplerinden biri de anlatıcının sahip olduğu kirli sakallardır. çünkü anlatıcı ara sıra onları sıvazlayarak anlatırken olayı yaşıyor havası verir. üstüne aralara sıkıştırdığı küfürler de küfür olayına daha yeni girmiş olan dimağları daha da etkilemektedir. tabi sonra da bu dimağlar büyüdükçe hikayeler onlara geçmektedir.

işte bir adetimiz de aşağı yukarı böyle devam ettirilmektedir ülkemizde, kültürü korumak mühim.
 
eXTReMe Tracker