Var böyle bir şey yæ. Bir kare çiziyorsun işte, üzerine de bir üçgen, pek zor sayılmaz aslınsa. Sonra içlerini boyayla doldurunca, karenin içine sağ ve sol üst tarafa gelecek şekilde iki kare daha, bir de alt bölüme dayalı bir dikdörtgen… tam olarak bu kadardı işte tüm olay. Üstteki üçgene eklenebilenbir kesik dikdörtgen ile de baca yapmak mümkündü.
Aşağı yukarı onikiyaşlarında olan ve sadece aralarından birinde bilgisayar bulunan bir arkadaş grubu için gayet makûldü tüm bunlar. Beklentilerin zaten düşük olduğu dönemde kolay mutlu oluyorduk be kardeşim, napalım. Tek bilgisayara sahip o çocuğun ise havası bir başkaydı. Adamın elinde resmen bilgisayar vardı be, üstelik fifa 99 yeni çıkmıştı. Sürekli belki bir iki maç yapmaya izin verir diye herkes oradaydı. Aslında şimdi “ben hiç gitmezdim yæ, ilgilenmezdim böyle şeylerle” diyerek cool olma yolunda büyük adımlar atabilirdim ama bari blogda yalan söylemeyeyim. Ben de giderdim kardeşim, hem de büyük bir sinsilikle düşünürdüm kimsenin gitmediği saatleri, hani başbaşa kalacağımız ve elbet oyundan sıkılıcağı o zamanları.
İşte tam olarak böyle bir gündü, ve yine gitmiştim arkadaşların bilgisayar bulunan dükkanına. Dükkan dediysem de evin altındaki bir mühendislik bürosu işte. Pek gelen giden olmayan bir mekan yani. Yine her zamanki gibi dükkanın önünden geçer gibi yapmıştım ve kendimi göstermeyi başarmıştım. Çaresiz çağırmıştı beni yine içeri. 10000 nüfusu bile olmayan bir şehir için sürekli geziyor olmama şu an başka bir anlam veremiyorum şahsen. Ancak kendimi birilerine gösterip de çağırttırma isteğimi tatmin ediyor olabilirdim ve görülüyor ki etmişim de.
Dükkana girince yine gözüm bilgisayarda hareket eden o adamlara takıldı. İşte fifa 99 yine oradaydı ve yine o oynuyordu. Biraz oturdum yanında ve oynamasını izledim. İnternet kafede arkadan taktik veren çocuğun temellerinin nasıl atıldığını görüyordum burada, hatta yaşıyordum da. Biraz zaman geçince oyunu kapattı ve dükkanın karşısındaki arsada bulunan kiremitleri gösterdi. O arsa da onlarınmış ve istersek oraya kendimiz için bir ev yapabilirmişiz. Onbir yaşlarında bir çocuğa söylenmemesi gereken sözler işte. Ama karşıda bulunanın da aynı yaşta olduğu düşünülünce, oluyordu işte be kardeşim. Hayallerle yaşıyorduk çaresiz.
Babasının kullandığı mühendislik programını açtı ve çizim yapmayı denedi. O an anladım ki bu programlar zorlu şeylerdi, çünkü bir saat olmasına rağmen tek bir çizgi bile yoktu sayfada. Hemen painti açtı ve bak neler yapıyorum havasında ilk paragrafta anlattığım geometrik şekilleri çizdi sayfaya. İşte teknolojiyi ilk defa gören insanı keklemek böyle bir şeydi. Bir yandan arsaya bakıyorduk, bir yandan karşımızdaki ilkokul ikinci sınıf çocuğunun resim dersi için çizdiği tipte bir eve bakıyorduk. Hayal buydu işte.
İki gün sonra yan komşunun büyük şehirde okuyan oğlu ile bilgisayar sahibi çocuk ve ben, yani total toplamda üç kişi o bilinen arsaya gitmiştik. İki gün önce yaşadığımız o özel anların da etkisiyle ben büyük şehirden gelen o piçe(hakediyordu ibne) ballandıra ballandıra anlatıyordum mevzuyu. Bir zaman sonra kendisi bana dönerek “biz de dün yaptık, hem de iki katlı” dedi. Vay amk demeye kalmadan renklerden bahsetmeye başladı. İşte belki de ilk kez fark etmiştim o an bir insanla çok yakın arkadaş olduğunu sanmakla, gerçekten öyle olmak arasındaki farkı. Ben sadece kapıdan geçerken görülünce mecburiyetten çağırılan biriyken, onu arayıp da çağırıyordu, üstelik kat bile çıkmışlardı.
Arsadaykan pek önemsememiş gibi davrandım olayı. Hemen oradan iki üç kiremit alıp üst üste koydum ve “ben temeli attım” dedim. Kıskandı ibne ve gelip böyle bir eve girilmeyeceğini söyleyerek karşı tarafa dizmeye başladı kiremitleri. Böylesine yavşakça ve ortamda hiç konuşmayan o üçüncü kişiye yaranma çabalı bir eylem yaptığımı hiç hatırlamam, işte tek olayım budur sanırım. Resmen ibneye yaranmak için kendimi ortaya atacaktım ki eleman ağzını açtı. “olm kiremit lan bunlar, hadi çimento bulalım” dedi. Ya rab! Nereye gidiyordu bu iş?
Dördüncü bir arkadaş vasıtasıyla çimento bulduk ve evlerden taşıdığımız sularla onu karıştırdık. Yeterince kiremiti üst üste koyup, araya da çimento dökünce ev olması için her şey gerçekleşmiş olacaktı, planımız müthişti. Tam bu sırada arsanın ve bilgisayarın sahibi olan çocuk babası yanımıza geldi ve gelişine bir tokat indirdi oğluna. Bizi de siktir etti oradan. O gün anladım işte, paintte çizilen şeylere umut bağlamamak gerekiyormuş, yoksa hayaller yüze doğru gelen tokatı görmeyi bile engelleyebilirmiş.
15 Ekim 2008 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder