hani şu adam sandler'ın başrol takıldığı işte, karısını oynayan hatunun hayran bıraktığı kendine, bildiğin film.
genel olarak filmlerden fazlasıyla etkilenen biri olarak bu filmden de hayvanca etkilendim. yani lord of the rings'ten sonra bir elf bulup evlenesim gelmişti ama sonrasında elf ne lan diyerek kıvırabilmiştim. sonuçta bunun orku vardı, hobbiti vardı, uğraşılmaz yani. düşünsene hocu ya, dizine kadar geliyor, hobbit resmen. ya da saruman falan gelse, hayvan iyice, uğraşsan ne yapabilirsin, öyle.
matrix'ten sonra tabi kendimi "the one" sandığım günler oldu. genellikle esnerken falan etrafa dikkat ettim yamuluyor mu diye. bir kaç kaçık bükmüşlüğüm de var tabi. ama orada kaldık işte. her ne kadar there is no spoon diye diye yemeğe ekmek bansak da, olmuyordu yani. sadece filmdi bunlar sonuçta, ama o da olmuyordu ki işte. insan bazen istiyordu öyle olabilmek, orada gösterildiği kadar mutlu olabilmek.
click geliyordu işte bu sırada. tüketim toplumu geyiklerine girmeyeyim hiç ama kısaca söylemek gerekirse, sosyal mesajı güzel bir şekilde veren bir film olmuş. hayatın keyif verici yanlarından ne kadar tiksindiğimiz üzerine gitmişler güzelce. tabi mesajı alan herkes de filmden sonra hayattan daha çok keyif almaya bakacak gibi görünüyor. şahsen she wants revenge'nin dinlemediğim tüm şarkılarını dinlemeye karar verdim. hani arada fast-forwarding falan olursa diye hepsini iyice sindirmek istiyorum.
son olarak da adam efendinin film sonundaki o mutluluğu, her şeye zaman ayıracak olmanın heyecanı gerçekten görülmeye değerdi. yani bunu da gördüm ya, hayat daha güzel gelmeye bile başladı, ortada hiçbir şey yokken hem de..
16 Aralık 2008 Salı
14 Aralık 2008 Pazar
yalnızlık
yalnızlık dedikleri buymuş demek ki... masadaki kingston flash belleğe dakikalarca bakmak, yanında sony ericsson aletin günlerce çalmaması ya da oradaki bozuklukların aynen durması. şimdi bozukluk ne alaka deme okur, bir dinle. bilirim ki eğer arkadaşlarım olsa onlarla dışarı çıkacağım ve yine bilirim ki bir şeyler yaparken bozukluk gerekecek, ben de bunları orada kullanacağım. böyle de planlıyım aslında. sonra yeni bozukluklar oluşmayacak mı? oluşacak tabi ki, ama bu bir sirkülasyon bence, yani bunlar harcanmalı ki yenileri oraya gelebilsin. böyle de esnafların iş yapmasından yanayım aslında, sanırım tek eksik arkadaş be blogcan...
çooook yalnızım yhaaa, kimse beni anlamıyohr :PP())DDD diye devam etmeyi planlıyordum aslında. çünkü seviyorum böyle yazıları be okur, nasıl sevmeyeyim ki? resmen bizi sikiyor yani bu yazılar.(zevk almıyorum lan, valla) sanki yeni bir şey anlatıyormuş gibi o havalara girmeler, üç noktalarla sevişmeler, gereksiz ayrıntılara, markalara hayvan gibi anlam yüklemeler.. işte bunları seviyordum hep. tıpkı "orada sulara gömülen karaköy iskelesi değil, bizim umutlarımızdı. orada bitmişti aramızdaki her şey, tıpkı vapurdan atılacak bir parça simiti bekler gibi kalmıştım karşında" diyebilme ihtimallerini sevmiştim belki de hep. emin olamadım bundan, ama fena fikir değilmiş gibi de. düşünmek lazım bu konuda.
yani diyorum ki okur bu yazılardır bizi hayata bağlayan. ha istemedim mi böyle yazıları okurken uzaklara bakarak dalmak. nasıl olduğunu çözemesem de(hem yazıyı okuyup, nasıl aynı anda dalınır lan) yani çok istedi canım. hep o filmlerin etkisi zaten bunlar. adam okur bir yazıyı, sonra dalar uzaklara.(aha çözdüm sistemi) tam o anda içeri hatun girer ve gözlerinin nemli olduğunu görür. o hep sert görünen adamın içindeki kediyi görür adeta. sonra sevişirler.
yaşamadık be abi böyle şeyler, öğrendik bunların sadece filmlerde olduğunu artık. ama merak etmedim de değil hani, nasıl giriyor o hatun içeriye, nasıl fark etmez cidden o adam öyle bir hatunu. hani kapımdan sürekli o tip hatunlar girse bile dikkat çeker be hocu. bu kadar mı etkileniyorsun yani bir yazıdan, bıragallasen. üstüne bildiğin recep ivedik olan adamın içindeki kediden nasıl etkileniyor bu hatun, işte onu hiç çözemedim. ulan hani bu film çok dandikti, hani bir şey anlatmıyordu. asıl orada hayatın anlamı verilmiş de biz alamamışız, ben bunu bilir, bunu söylerim aga.
yalnızlık x 12 kere yapılan tekrarlarla soğumuştum aslında hayattan. yalnızlık, evet yalnızlık. gerçekten ne kadar kötü değil mi yalnızlık... yalnızlık.... tekrar tekrar yazması bile iğrenç aslında. o yüzden aldım ctrl+c ile, tak basıyorum yapışıyor. ama o yazarları da anlıyorum hani. adama veriyorlar koca köşeyi, adam ne yapsın ki başka? alıyor kopyalaya hemen, baktı sıkışıyor bir yerde, tak veriyor yapıştırı. her gün o adamdan o kadar yazı istersen, yapar be hocu, küçümsemiyorum adamı. ama hala kafam karaköy iskelesinde, çünkü orada suya gömülen bendim aslında. zaten yıllardır hep sallanıyordum su üzerinde gibi, sonunda bir lodos aldı götürdü beni de lfnhkdfnh, oluyor be isteyince sanki. yine de gözüm kapıya kaymıyor değil ama gelen giden yok. gerçi nasıl olsun be okur, zaten demir kapı var. üç kere kilitlenmiş kendisi. bir de yetmez gibi üst kilit de iki kere kitli, ayrıca anahtar da kapının üstünde. ev beşinci kat ve tepede resmen. nasıl gelsin lan buraya öyle hatun? yani gelmek istese bile onu götürmezler mi yolda ha? daha çok üzülmeyim adeta sulara gömülen karaköy iskelesi gibi?
şimdi fark etmişsin ey okuyan birey(vardır umarım orada birileri) niye bu kadar karaköy iskelesi dedim, dikkatini çekti mi acaba? sırf bu tip yazıları yazanlar gibi olabilmek için hocu, ya ne yapayım ha? bir haşmet babaoğlu olmama şurada 3-5 benzetme uzaktayım. ha niye onun gibi olabileceğimi düşünüyorum hemen söyleyeyim onu da okur, çekinme yani kafana takıldıysa sen de sor arada. yürüyordum geçen yaz alsancak'ta, haşmet geliyordu karşıdan. yanımdan geçerken fark ettim onu(o derece sallamam ünlüleri) bildiğin ayyaştı. yani yüzü kıpkırmızıydı, belliydi hayvan gibi içtiği az önce. bu yüzden içiyorum günlerdir ey okur, sırf biraz şöyle kadın ruhundan anlayan biri olmayı, yalnızlığa karaköy iskelesi anlamını yükleyebilmeyi.. bak dikkat ettiysen hatun demedim, bu da bir adımdır bence.
tabi benim yapabileceğim de bu kadar, kadın dersin o da dert. bunun kızı var, dişisi var, hatunu var. nebleyim ben hangisi kime deniyor. şimdiye kadar buna dikkat etmekten kafayı yediğimi fark ettim.(bir de bayan var, bağyan) konuya dönersek, ne demişiz, he yalnızlık. sikeyim yalnızlığı...(üç nokta lan)
çooook yalnızım yhaaa, kimse beni anlamıyohr :PP())DDD diye devam etmeyi planlıyordum aslında. çünkü seviyorum böyle yazıları be okur, nasıl sevmeyeyim ki? resmen bizi sikiyor yani bu yazılar.(zevk almıyorum lan, valla) sanki yeni bir şey anlatıyormuş gibi o havalara girmeler, üç noktalarla sevişmeler, gereksiz ayrıntılara, markalara hayvan gibi anlam yüklemeler.. işte bunları seviyordum hep. tıpkı "orada sulara gömülen karaköy iskelesi değil, bizim umutlarımızdı. orada bitmişti aramızdaki her şey, tıpkı vapurdan atılacak bir parça simiti bekler gibi kalmıştım karşında" diyebilme ihtimallerini sevmiştim belki de hep. emin olamadım bundan, ama fena fikir değilmiş gibi de. düşünmek lazım bu konuda.
yani diyorum ki okur bu yazılardır bizi hayata bağlayan. ha istemedim mi böyle yazıları okurken uzaklara bakarak dalmak. nasıl olduğunu çözemesem de(hem yazıyı okuyup, nasıl aynı anda dalınır lan) yani çok istedi canım. hep o filmlerin etkisi zaten bunlar. adam okur bir yazıyı, sonra dalar uzaklara.(aha çözdüm sistemi) tam o anda içeri hatun girer ve gözlerinin nemli olduğunu görür. o hep sert görünen adamın içindeki kediyi görür adeta. sonra sevişirler.
yaşamadık be abi böyle şeyler, öğrendik bunların sadece filmlerde olduğunu artık. ama merak etmedim de değil hani, nasıl giriyor o hatun içeriye, nasıl fark etmez cidden o adam öyle bir hatunu. hani kapımdan sürekli o tip hatunlar girse bile dikkat çeker be hocu. bu kadar mı etkileniyorsun yani bir yazıdan, bıragallasen. üstüne bildiğin recep ivedik olan adamın içindeki kediden nasıl etkileniyor bu hatun, işte onu hiç çözemedim. ulan hani bu film çok dandikti, hani bir şey anlatmıyordu. asıl orada hayatın anlamı verilmiş de biz alamamışız, ben bunu bilir, bunu söylerim aga.
yalnızlık x 12 kere yapılan tekrarlarla soğumuştum aslında hayattan. yalnızlık, evet yalnızlık. gerçekten ne kadar kötü değil mi yalnızlık... yalnızlık.... tekrar tekrar yazması bile iğrenç aslında. o yüzden aldım ctrl+c ile, tak basıyorum yapışıyor. ama o yazarları da anlıyorum hani. adama veriyorlar koca köşeyi, adam ne yapsın ki başka? alıyor kopyalaya hemen, baktı sıkışıyor bir yerde, tak veriyor yapıştırı. her gün o adamdan o kadar yazı istersen, yapar be hocu, küçümsemiyorum adamı. ama hala kafam karaköy iskelesinde, çünkü orada suya gömülen bendim aslında. zaten yıllardır hep sallanıyordum su üzerinde gibi, sonunda bir lodos aldı götürdü beni de lfnhkdfnh, oluyor be isteyince sanki. yine de gözüm kapıya kaymıyor değil ama gelen giden yok. gerçi nasıl olsun be okur, zaten demir kapı var. üç kere kilitlenmiş kendisi. bir de yetmez gibi üst kilit de iki kere kitli, ayrıca anahtar da kapının üstünde. ev beşinci kat ve tepede resmen. nasıl gelsin lan buraya öyle hatun? yani gelmek istese bile onu götürmezler mi yolda ha? daha çok üzülmeyim adeta sulara gömülen karaköy iskelesi gibi?
şimdi fark etmişsin ey okuyan birey(vardır umarım orada birileri) niye bu kadar karaköy iskelesi dedim, dikkatini çekti mi acaba? sırf bu tip yazıları yazanlar gibi olabilmek için hocu, ya ne yapayım ha? bir haşmet babaoğlu olmama şurada 3-5 benzetme uzaktayım. ha niye onun gibi olabileceğimi düşünüyorum hemen söyleyeyim onu da okur, çekinme yani kafana takıldıysa sen de sor arada. yürüyordum geçen yaz alsancak'ta, haşmet geliyordu karşıdan. yanımdan geçerken fark ettim onu(o derece sallamam ünlüleri) bildiğin ayyaştı. yani yüzü kıpkırmızıydı, belliydi hayvan gibi içtiği az önce. bu yüzden içiyorum günlerdir ey okur, sırf biraz şöyle kadın ruhundan anlayan biri olmayı, yalnızlığa karaköy iskelesi anlamını yükleyebilmeyi.. bak dikkat ettiysen hatun demedim, bu da bir adımdır bence.
tabi benim yapabileceğim de bu kadar, kadın dersin o da dert. bunun kızı var, dişisi var, hatunu var. nebleyim ben hangisi kime deniyor. şimdiye kadar buna dikkat etmekten kafayı yediğimi fark ettim.(bir de bayan var, bağyan) konuya dönersek, ne demişiz, he yalnızlık. sikeyim yalnızlığı...(üç nokta lan)
9 Aralık 2008 Salı
bayram olayları
bug şimdi gelip yok bayram bitiyor yeni mesaj atıyorsunuz, yok bu saatten sonra ne yapayım bu mesajı olayına hiç girmeyelim. sanki ilk gün yollasak çok mu bir olay, olmayacak tabi ki.
neyse sert girmiş olduk biraz. aslında amacımız güzellikler, bayramlar, hani sürekli eskisi aranan tipte. nedir eskiden olay zerre fikrim yok, ha olsun da istemem o ayrı. muhtemelen 15 yıl sonra ben de anlatıcam eski bayramlar.. felan diye ama olsun, şimdilik tiksinmek istiyorum, sonuçta genciz, yakarız.
sonra ben de dedim bilmukabele, dedi o ne demek, yuh diyerekten açıkladım tabi. sanırım böyle bir şey eski bayramlar. hani küfürsüz anlatabiliyoruz olayı, çözmeye başladım sanırım yavaş yavaş. neyse konuya döneyim, tüm islam aleminin kurban bayramını kultuyoruz sözlük olarak, ben ayrı kutluyorum hatta, ailenizin yöneticisi felan işte. ama bence gereksiz yani, hayvanlara yazık yani. normalde hiç kuzu kesilmeyen bir ülke olduğumuz için, saçma geliyor. ama sokak ortasında kesiyorlar diyenleri görüyorum arka sırada. evet, yapılmasın böyle şeyler. avrupa birliği'ne girme eşiğindeki türkiye'nin imajını zedeliyor böyle şeyler. üstelik lâikliğe aykırı eylemlerin de odağına düşüyoruz birden.
yani bayramınız mübarek olsun(az önce kutluydu, hepsi sırayla) yok ben inanmıyorum ama bir güç var diyorsanız öyle takılın, yok süper inanıyorum, bana göre hayatın anlamı diyorsanız teşekkür edin, yok ben hayvanım, işim olmaz diyorsanız zaten aynen devam. bir de oradan "yææ feysbuk bozuldu, girmiyorum artık pek" diyenleri görüyorum. onlara sormak istiyorum eskiden neden giriyordu acaba, ne vardı ki burada? hatunlar bitti diyorsa, doğru söylüyor. 2006'dan sonra baya bozuldu buradan, kendisine hak vererek bir kere daha hayırlıyorum bayramını.
eğer bu seçeneklerden başka bir seçeneği söylüyorsanız özel mesaj felan atın, her şeyi yönetimden beklemeyelim lütfen!
not: mesajı yazana kadar bayram bitti, neyse idare edin artık.
neyse sert girmiş olduk biraz. aslında amacımız güzellikler, bayramlar, hani sürekli eskisi aranan tipte. nedir eskiden olay zerre fikrim yok, ha olsun da istemem o ayrı. muhtemelen 15 yıl sonra ben de anlatıcam eski bayramlar.. felan diye ama olsun, şimdilik tiksinmek istiyorum, sonuçta genciz, yakarız.
sonra ben de dedim bilmukabele, dedi o ne demek, yuh diyerekten açıkladım tabi. sanırım böyle bir şey eski bayramlar. hani küfürsüz anlatabiliyoruz olayı, çözmeye başladım sanırım yavaş yavaş. neyse konuya döneyim, tüm islam aleminin kurban bayramını kultuyoruz sözlük olarak, ben ayrı kutluyorum hatta, ailenizin yöneticisi felan işte. ama bence gereksiz yani, hayvanlara yazık yani. normalde hiç kuzu kesilmeyen bir ülke olduğumuz için, saçma geliyor. ama sokak ortasında kesiyorlar diyenleri görüyorum arka sırada. evet, yapılmasın böyle şeyler. avrupa birliği'ne girme eşiğindeki türkiye'nin imajını zedeliyor böyle şeyler. üstelik lâikliğe aykırı eylemlerin de odağına düşüyoruz birden.
yani bayramınız mübarek olsun(az önce kutluydu, hepsi sırayla) yok ben inanmıyorum ama bir güç var diyorsanız öyle takılın, yok süper inanıyorum, bana göre hayatın anlamı diyorsanız teşekkür edin, yok ben hayvanım, işim olmaz diyorsanız zaten aynen devam. bir de oradan "yææ feysbuk bozuldu, girmiyorum artık pek" diyenleri görüyorum. onlara sormak istiyorum eskiden neden giriyordu acaba, ne vardı ki burada? hatunlar bitti diyorsa, doğru söylüyor. 2006'dan sonra baya bozuldu buradan, kendisine hak vererek bir kere daha hayırlıyorum bayramını.
eğer bu seçeneklerden başka bir seçeneği söylüyorsanız özel mesaj felan atın, her şeyi yönetimden beklemeyelim lütfen!
not: mesajı yazana kadar bayram bitti, neyse idare edin artık.
7 Aralık 2008 Pazar
yerli malı haftası
her yıl bu hafta geldikçe geçmişe bir yolculuk yaşarım adeta, o yerli malı haftasının, yerli malı haftası olduğu yıllara.(sanki şimdi başka bir şey haftası. hastayım bu lafa da ha, hala yerli malı haftası işte. yok artık her şey dışarıdan geliyormuş. sanarsın 10 sene önce kendi kendimize yetiyorduk da yeni bu hale geldik.)
ilkokul yılları işte. yerli malı haftasının okula bir sürü yerli malı getirerek kutlandığı yıllar. bu haftanın ne amacı, ne de kutlama şekli mantıklı gelmişti bana o zamanlar, hala da herhangibir mantık bulabilmiş değilim. yani tamam bir sürü ürün üretiliyor olabilir ülkemizde de, niye bunları bir günde okulda toplayıp, tüketiyoruz ki? nebleyim, bi' ihracat olayına falan girsek sanki daha kârlı gibi. vardır bir bildikleri diyip geçiyorum bu bahsi.
olayla ilgili bir anım tabi ki var. şimdiye kadar ne anlattım burada da, konuyla ilgili anı anlatmadım ha sevgili okur..
ilkokul 2. sınıftı sanırım, yine bir yerli malı haftası heyecanı sarmıştı dört bir yanımı. o zamanlar önemliydi tabi bu hafta. kivi, muz felan alırdık okula getirmek için. aileler de daha bilinçliydi tabi. bizden önce heyecan yaparlardı. hemen hazırlanırdı olay ve okul yolu tutulurdu. genellikle son iki ders blok olarak yensin diye o zaman bırakılırdı yeme işi. tabi çocuklarımız acıkıp, bitirirdi yiyecekleri o zamana kadar.
işte ben de o çocuklardan biriydim. açtım sonuçta, yemiştim her şeyi. son teneffüste inip, bir kola aldım kutlama için, çıktım sınıfa. geldi hoca, bakıyor kim ne almış diye. bana geldiğinde yüzü bir garipleşti. "bu ne yavrum" dedi. biliyordum ki bu soru o nesnenin ne olduğunu sormaya yönelik değildi. açıkça neden orada olduğunu öğrenmek istiyordu bu soru. çocukluk tabi, "kola öğretmenim" dedim. öğretmenim diyordum tabi o yıllarda, çocukluk işte. şimdi olsa yarraam bile diyebilirim, ama emin değilim. belki de hocam derdim. adıyla hitap da söz konusu ama konumuz bu değil şimdi. öğretmenim diye hitap ettiğim kişi aldığı cevaptan pek memnun kalmamış ki "ne işi var onun burada" diye açık bir soru daha sordu. şu an hala idrak edememekle birlikte "öğretmenim avrupa birliği'ne giriyoruz zaten yakında" dedim. öğretmen siklemedi beni pek, dönüp bir kızın getirdiği keke dadandı.(aç herif)
yıllar geçti ve hala anlam veremedim niye böyle bir şey demiştim acaba. ki duruma bakıyorum, hala girememişiz de. o gazla içtiğim kolaları da hesaba katınca, sanırım çiller en çok bana borçlu, kandırılmışız ey halkım resmen, ühü..
ilkokul yılları işte. yerli malı haftasının okula bir sürü yerli malı getirerek kutlandığı yıllar. bu haftanın ne amacı, ne de kutlama şekli mantıklı gelmişti bana o zamanlar, hala da herhangibir mantık bulabilmiş değilim. yani tamam bir sürü ürün üretiliyor olabilir ülkemizde de, niye bunları bir günde okulda toplayıp, tüketiyoruz ki? nebleyim, bi' ihracat olayına falan girsek sanki daha kârlı gibi. vardır bir bildikleri diyip geçiyorum bu bahsi.
olayla ilgili bir anım tabi ki var. şimdiye kadar ne anlattım burada da, konuyla ilgili anı anlatmadım ha sevgili okur..
ilkokul 2. sınıftı sanırım, yine bir yerli malı haftası heyecanı sarmıştı dört bir yanımı. o zamanlar önemliydi tabi bu hafta. kivi, muz felan alırdık okula getirmek için. aileler de daha bilinçliydi tabi. bizden önce heyecan yaparlardı. hemen hazırlanırdı olay ve okul yolu tutulurdu. genellikle son iki ders blok olarak yensin diye o zaman bırakılırdı yeme işi. tabi çocuklarımız acıkıp, bitirirdi yiyecekleri o zamana kadar.
işte ben de o çocuklardan biriydim. açtım sonuçta, yemiştim her şeyi. son teneffüste inip, bir kola aldım kutlama için, çıktım sınıfa. geldi hoca, bakıyor kim ne almış diye. bana geldiğinde yüzü bir garipleşti. "bu ne yavrum" dedi. biliyordum ki bu soru o nesnenin ne olduğunu sormaya yönelik değildi. açıkça neden orada olduğunu öğrenmek istiyordu bu soru. çocukluk tabi, "kola öğretmenim" dedim. öğretmenim diyordum tabi o yıllarda, çocukluk işte. şimdi olsa yarraam bile diyebilirim, ama emin değilim. belki de hocam derdim. adıyla hitap da söz konusu ama konumuz bu değil şimdi. öğretmenim diye hitap ettiğim kişi aldığı cevaptan pek memnun kalmamış ki "ne işi var onun burada" diye açık bir soru daha sordu. şu an hala idrak edememekle birlikte "öğretmenim avrupa birliği'ne giriyoruz zaten yakında" dedim. öğretmen siklemedi beni pek, dönüp bir kızın getirdiği keke dadandı.(aç herif)
yıllar geçti ve hala anlam veremedim niye böyle bir şey demiştim acaba. ki duruma bakıyorum, hala girememişiz de. o gazla içtiğim kolaları da hesaba katınca, sanırım çiller en çok bana borçlu, kandırılmışız ey halkım resmen, ühü..
4 Aralık 2008 Perşembe
kamyon gelmesi
park yeri arayan masum sürücülerin en büyük korkusu işte, her an bir yerlerden gelebilecek olan kamyon.
diyelim ki evinize geldiniz, aracınızı park etmek istiyorsunuz. tam bir boşluğu gözünüze kestirdiniz ve park işlemini tamamladınız. işte bu noktada birisi gelir ve "kamyon gelecek" der. olayın özü budur. bireyin söylediği şeyin doğruluğu pek önemli değildir, nitekim oradan çıkarsınız, başka bir park yeri ararsınız. orada da aynı tepkiyi alınca, başka bir yer.. böyle bir sirkülasyonu var işte.
diyelim ki evinize geldiniz, aracınızı park etmek istiyorsunuz. tam bir boşluğu gözünüze kestirdiniz ve park işlemini tamamladınız. işte bu noktada birisi gelir ve "kamyon gelecek" der. olayın özü budur. bireyin söylediği şeyin doğruluğu pek önemli değildir, nitekim oradan çıkarsınız, başka bir park yeri ararsınız. orada da aynı tepkiyi alınca, başka bir yer.. böyle bir sirkülasyonu var işte.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)