www.pulcu.org
açılmış bir süre önce, insan bir söyler işte..
2 Kasım 2009 Pazartesi
17 Ağustos 2009 Pazartesi
iddaa üzerindeki hakem etkisi
iddia olayı ilginç aslında, resmi bahis oyunu olan iddaa dışında, konsept açısından iddia olayına bakarsak ilginç bir olay çıkıyor ortaya. iki kişi, en ufak etkilerinin olmadığı bir olay hakkında sonuç üzerine para yatırıyorlar. tabi bıyıklarını kestireceğini söyleyenler de çıkıyor arada, o ayrı bir konu.
şimdi böyle bir durum var ortada, hiçbir etkin yok olay üzerinde ama sonuçları seni feci etkiliyor. cidden mantıksız geliyor insana böyle düşününce. diğer yandan ise parayı ikiye katlama gibi cazip bir seçenek var karşıda ki olayı çekici kılan tek şey de bu sanırım. hayata heyecan katmak da opsiyonel oluyor bu durumda.
iddaa ise olayın üst boyutu. burada ikiye katlamak değil tek şansınız, binlerce kat kazanabilirsiniz, üstelik tek oynama hakkınız kazanan taraf da değil. kaç gol olacağı, ilk tacı kimin atacağı bile sizi zengin edebilir. tabi böyle olunca oyun üzerinde en büyük etki hakkına sahip olan hakemlerin önemi biraz daha artıyor. her maçta görebileceğiniz bir hakem hatası, size milyonlara mâl olabiliyor.(eski lira)
şahsen sivasspor ile fenerbahçe arasında maça sivasspor için çifte şans oynamıştım. henüz oturmamış hücum hattı ve zayıf sayılabilecek savunmasıyla fenerbahçe'den pek bir şey beklemiyordum. ama unuttuğum nokta sanırım sivasspor'un daha da kötü durumda olmasıydı. buna rağmen maç gayet iyi gitti uzun bir süre, ama o da ne? ofsayt olan bir pozisyondan gol geldi ve akabinde dağılan bir anadolu takımı izledik. fenerbahçe de skora çok rahat gitti. burada demek istediğim tabi ki maçı hakem verdi değil, sonuçta zaten tek kale izliyorduk maçı ama yine de oyunun haksız bir şekilde değişmesi, para kaybeden olmasa da kazanamayan biri olarak, beni üzdü. bu futbolu oynuyor takım sahada, galibiyeti haksız olarak almasın istiyorum. üstelik işin bir ucu da artık parayla ilişkilendiği için, insanlar daha dikkatli olsun istiyor herkes.
tabi bu sorun iddaa ile ilgili değil, genel olarak futbolun bir sorunu. basketbolda olayı izleyerek çözebiliyorlar artık ama uefa-fifa sağolsun eşitlik ilkesinden dolayı bu tip bir olayı futbolda uygulamıyorlar. böyle olunca da anlaşılıyor ki insan unsuru ile maçlar yönetilecek uzun yıllar. ancak iddaa farklı olay, bu açıdan da bence iddaa'nın olaya biraz farklı bir perspektif koyması lazım. hakem hataları konusunda farklı iddialar koyabilir ya da mevcut ganyanları hatalara göre de değiştirebilir. farklı bir tat yakalamak için de hoş olabilir gayet bu.
tabi hiçbirimiz eğer o hata yapılmasaydı maçın gerisi nasıl geçerdi bilemeyiz, misal aynı maçtan örnekle, o pozisyonda ofsayt verilseydi, maçın 5-0 olmayacağını kimse söyleyemez. kısfmet bunlar sonuçta, sadece bir öneri veresim gelmişti, farklı tatlar güzel olabilir zaman zaman. tabi yanlarında farklı kavgalar da getirecektir, alıştık gibi artık kavgalara, o yüzden önemsemiyorum pek onları :)
şimdi böyle bir durum var ortada, hiçbir etkin yok olay üzerinde ama sonuçları seni feci etkiliyor. cidden mantıksız geliyor insana böyle düşününce. diğer yandan ise parayı ikiye katlama gibi cazip bir seçenek var karşıda ki olayı çekici kılan tek şey de bu sanırım. hayata heyecan katmak da opsiyonel oluyor bu durumda.
iddaa ise olayın üst boyutu. burada ikiye katlamak değil tek şansınız, binlerce kat kazanabilirsiniz, üstelik tek oynama hakkınız kazanan taraf da değil. kaç gol olacağı, ilk tacı kimin atacağı bile sizi zengin edebilir. tabi böyle olunca oyun üzerinde en büyük etki hakkına sahip olan hakemlerin önemi biraz daha artıyor. her maçta görebileceğiniz bir hakem hatası, size milyonlara mâl olabiliyor.(eski lira)
şahsen sivasspor ile fenerbahçe arasında maça sivasspor için çifte şans oynamıştım. henüz oturmamış hücum hattı ve zayıf sayılabilecek savunmasıyla fenerbahçe'den pek bir şey beklemiyordum. ama unuttuğum nokta sanırım sivasspor'un daha da kötü durumda olmasıydı. buna rağmen maç gayet iyi gitti uzun bir süre, ama o da ne? ofsayt olan bir pozisyondan gol geldi ve akabinde dağılan bir anadolu takımı izledik. fenerbahçe de skora çok rahat gitti. burada demek istediğim tabi ki maçı hakem verdi değil, sonuçta zaten tek kale izliyorduk maçı ama yine de oyunun haksız bir şekilde değişmesi, para kaybeden olmasa da kazanamayan biri olarak, beni üzdü. bu futbolu oynuyor takım sahada, galibiyeti haksız olarak almasın istiyorum. üstelik işin bir ucu da artık parayla ilişkilendiği için, insanlar daha dikkatli olsun istiyor herkes.
tabi bu sorun iddaa ile ilgili değil, genel olarak futbolun bir sorunu. basketbolda olayı izleyerek çözebiliyorlar artık ama uefa-fifa sağolsun eşitlik ilkesinden dolayı bu tip bir olayı futbolda uygulamıyorlar. böyle olunca da anlaşılıyor ki insan unsuru ile maçlar yönetilecek uzun yıllar. ancak iddaa farklı olay, bu açıdan da bence iddaa'nın olaya biraz farklı bir perspektif koyması lazım. hakem hataları konusunda farklı iddialar koyabilir ya da mevcut ganyanları hatalara göre de değiştirebilir. farklı bir tat yakalamak için de hoş olabilir gayet bu.
tabi hiçbirimiz eğer o hata yapılmasaydı maçın gerisi nasıl geçerdi bilemeyiz, misal aynı maçtan örnekle, o pozisyonda ofsayt verilseydi, maçın 5-0 olmayacağını kimse söyleyemez. kısfmet bunlar sonuçta, sadece bir öneri veresim gelmişti, farklı tatlar güzel olabilir zaman zaman. tabi yanlarında farklı kavgalar da getirecektir, alıştık gibi artık kavgalara, o yüzden önemsemiyorum pek onları :)
13 Temmuz 2009 Pazartesi
iş tanımlamaları vol.1
önceleri hep istenilenin çok fazlasının, beklenenin ise çok daha azının söylendiğine pek inanmazdım aga, sonuçta herkes gördüğünü fazlasılya büyüterek anlatırdı.
ancak gün geldi ve günlük işlerde çalışmaya başladım ufaktan. hostluk tipindeki işlerden sonra bir gün arkadaşım ertesi gün "ofis elemanı" olarak çalışıp, çalışmayacağımı sordu. boşluktan evet diyerek numaramı verdim. 1-2 saat sonra aradı eleman:
- tamam o halde, yarın boşsun tabi. ingilizce biliyor musun?
+ ingilizce öğretmenliği okuyorum, yani..
- süper o zaman, tam aranan kişisin. levent'i biliyorsun değil mi? en geç 9:30'da orada olacaksın. takım elbise giyeceksin, unutma.
+ hallederiz yæ.
böylece yabancı dil bilme işinden girmiştik olaya. ertesi zar zor bulabildim adresi, bu sayede levent'i bilmenin de ne demek olduğunu öğrenmiş oldum. vardığımda ise saat 10:30'du. 1 saat geç kalmanın burukluğu ile gittiğim yerde aslında yarım saat erken geldiğimi öğrenmiş de oldum. etrafımda kravat dahi takan kimse yoktu, bu da sanırım ne kadar alt seviyede olduğumu gösteriyordu, tabi bunu anlamam saatlerimi alacaktı.
birden geldi altında çalşacağım yasemin hanım, tanıştık ve oturdum öyle. saat 13 gibi, yemek söyleneceğini öğrendim. sadece oturuyordum öylece ve açıkçası utandım yemek istemekten. yemek sonrasında ise saat 14 civarı ilk işim geldi önüme, kimlikleri alfabetik sıraya koyacaktım. ingilizce bilmenin önemini kavradım birden. yoksa w ile başlayan ismi nasıl sıralayabilirdim ki..
işten çıktığımda saat 21:20 idi ve yaptığım işler mektup katlamak ve kimlik sıralamaktı. yarınımın neden boş olmasını gerektiğini de anlamıştım, zira ancak boş bir günde yapılacak şeyler bunlar. ve o şeyleri yapmama rağmen boş bir gündü. aslında basit görünen şeylerin ne denli önemli olduğunu kavramıştım. sonrasında ise daha dikkatli baktım iş olaylarına.
ama deli gönül durmuyordu işte. bir ders sonrasında otururken kantinde çaldı telefonum:
- "bilgisayar kullanmayı biliyor musun?" dedi ses bu sefer.
+ hallederim sanırım, diyebildim.
- takım elbise giy, tıraş ol, şu adrese git, dedi.
bilgisayar kullanmak sanırım bilgisayar bir şeyler yazmaktı, en azından tahminim böyleydi. her şeyi halledip yola çıktım ve vodafone genel merkezine gittim. genel müdür yardımcılarından birinin yanına gidecektim görev olarak. kendisini buldum ve misyonumu anlattım. bana bir sunum gösterdi bilgisayarında, sonra onu bir flash belleğe koydu. sonra flash belleğin içinden dosyayı tekrar açtı ve kontrol bunu. bunu 3 kez daha tekrarladı ve flash belleği kutusuna koyarak bana verdi. heyecanla bekliyordum orada, iş yapacaktım sonunda. "bunu yarın sabah, en geç 9 da, erhan beye vermiş olmalısın" dedi. "peki" dedim, "o kadar mı?". "o kadar" dedi gözümün içine baka baka. sunumun konusuna baktım, "siber uzayda çocukların korunması" idi. bilgisayar bilmenin gereğini de anlamıştım birden.
artık üç yabancı dil bilmesi gerekiyor yazan işlere bile başvuruyorum gönül rahatlığı ile, zira en az üç dilde seni seviyorum diyebilirim. mnskym başka ne olabilir ki işin tanımı. işi boktan yanı zaten parayı da alamadık daha, daha boktan yanı ise, istemeye yüzüm de yok. iş mi lan bunlar? ayıp değil mi üniversite öğrencisine bunları yaptırıyorsunuz? ühü..
ancak gün geldi ve günlük işlerde çalışmaya başladım ufaktan. hostluk tipindeki işlerden sonra bir gün arkadaşım ertesi gün "ofis elemanı" olarak çalışıp, çalışmayacağımı sordu. boşluktan evet diyerek numaramı verdim. 1-2 saat sonra aradı eleman:
- tamam o halde, yarın boşsun tabi. ingilizce biliyor musun?
+ ingilizce öğretmenliği okuyorum, yani..
- süper o zaman, tam aranan kişisin. levent'i biliyorsun değil mi? en geç 9:30'da orada olacaksın. takım elbise giyeceksin, unutma.
+ hallederiz yæ.
böylece yabancı dil bilme işinden girmiştik olaya. ertesi zar zor bulabildim adresi, bu sayede levent'i bilmenin de ne demek olduğunu öğrenmiş oldum. vardığımda ise saat 10:30'du. 1 saat geç kalmanın burukluğu ile gittiğim yerde aslında yarım saat erken geldiğimi öğrenmiş de oldum. etrafımda kravat dahi takan kimse yoktu, bu da sanırım ne kadar alt seviyede olduğumu gösteriyordu, tabi bunu anlamam saatlerimi alacaktı.
birden geldi altında çalşacağım yasemin hanım, tanıştık ve oturdum öyle. saat 13 gibi, yemek söyleneceğini öğrendim. sadece oturuyordum öylece ve açıkçası utandım yemek istemekten. yemek sonrasında ise saat 14 civarı ilk işim geldi önüme, kimlikleri alfabetik sıraya koyacaktım. ingilizce bilmenin önemini kavradım birden. yoksa w ile başlayan ismi nasıl sıralayabilirdim ki..
işten çıktığımda saat 21:20 idi ve yaptığım işler mektup katlamak ve kimlik sıralamaktı. yarınımın neden boş olmasını gerektiğini de anlamıştım, zira ancak boş bir günde yapılacak şeyler bunlar. ve o şeyleri yapmama rağmen boş bir gündü. aslında basit görünen şeylerin ne denli önemli olduğunu kavramıştım. sonrasında ise daha dikkatli baktım iş olaylarına.
ama deli gönül durmuyordu işte. bir ders sonrasında otururken kantinde çaldı telefonum:
- "bilgisayar kullanmayı biliyor musun?" dedi ses bu sefer.
+ hallederim sanırım, diyebildim.
- takım elbise giy, tıraş ol, şu adrese git, dedi.
bilgisayar kullanmak sanırım bilgisayar bir şeyler yazmaktı, en azından tahminim böyleydi. her şeyi halledip yola çıktım ve vodafone genel merkezine gittim. genel müdür yardımcılarından birinin yanına gidecektim görev olarak. kendisini buldum ve misyonumu anlattım. bana bir sunum gösterdi bilgisayarında, sonra onu bir flash belleğe koydu. sonra flash belleğin içinden dosyayı tekrar açtı ve kontrol bunu. bunu 3 kez daha tekrarladı ve flash belleği kutusuna koyarak bana verdi. heyecanla bekliyordum orada, iş yapacaktım sonunda. "bunu yarın sabah, en geç 9 da, erhan beye vermiş olmalısın" dedi. "peki" dedim, "o kadar mı?". "o kadar" dedi gözümün içine baka baka. sunumun konusuna baktım, "siber uzayda çocukların korunması" idi. bilgisayar bilmenin gereğini de anlamıştım birden.
artık üç yabancı dil bilmesi gerekiyor yazan işlere bile başvuruyorum gönül rahatlığı ile, zira en az üç dilde seni seviyorum diyebilirim. mnskym başka ne olabilir ki işin tanımı. işi boktan yanı zaten parayı da alamadık daha, daha boktan yanı ise, istemeye yüzüm de yok. iş mi lan bunlar? ayıp değil mi üniversite öğrencisine bunları yaptırıyorsunuz? ühü..
30 Haziran 2009 Salı
modern kadının dayanılmaz karmaşıklığı
giydiği havalı yaz kıyafetiyle herkesin dikkatini rahatlıkla çekiyordu. zaten programın da konuğuydu, dikkatlerin üzerinde olması gayet normalde. birden "erkekler basit olanlar zaten, önüne koy bir tas yemek, tavla oynar, ps oynar, zamanını geçirir. hayattan zevk alan bizleriz, biz karmaşığız. onların parası var ama nasıl harcayacaklarını bilmiyorlar. iyi olan biziz..." diye dönüşü olmaz bir yola girdi. karşısında yıllardır ntv'de çokça izlediğimiz, o gözlüklü, kır saçlı adam vardı. dünyanın en efendi insanı kim diye sorsan, onu gösterirdi herkes düşünmeden. ama o düşünüyordu işte, ve aklındaki her şeyi de çekinmeden söylüyordu. işte buna modern kadın deniyordu zaten, rahat, ilişkilerini konuşarak çözmeye çalışan ve ilişki bitince köşesinde(kendisi köşe yazarıydı aynı zamanda) bundan rahatlıkla bahseden.
kendisi böylesine rahatça ilişkilerden bahsediyordu ama kahvede ahmet abi ondan bahsederse bunu da hemen "kıroluk" olarak yaftalayıp, yine köşesinde kullanabiliyordu. sonuçta o karmaşık olandı, onu anlamak bize düşemezdi asla. hele kahve köşesinde tavla oynarken bunu yapmak, karmaşıklığa aykırıydı.
program devam ediyordu. en efendi sunucu sadece gülebiliyordu karşısında, sonuçta bir şey yapamazdı, efendiydi kendisi. gerçi zannetmiyorum aklına kötü bir şey geldiğini de, efendi sonuçta, kötü şey de düşünemezdi. ama yazar hatunumuz durmuyordu işte. gelen mailler tonlarca ayar verirken, sunuculardan hatun olanı konuğuyla ne kadar samimi olduğunu göstermek için elinde geleni yapmıştı. neredeyse isim verecekti geçmiş ilişkileri hakkında. işin kötü tarafı ise bu saatte izleyecek başka bir şeyin olmamasıydı. henüz bitmişti ispanya-abd maçı ve büyük keyif sonrası biraz gezinmek istemiştim televizyon kanalları arasında. yıllardır yapmadığım bu eylemi neden yıllardır yapmadığımı fark ettim o anda. "biz karmaşığız" hanım aşağılamasına devam ediyordu televizyonu kapattığımda.
bir anlığına kendimi o sunucunun yerine koymak istedim. karşımda yeni albüm çıkartmış bir köşe yazarı var, ve kendisi bolca pohpohlanmış her halinden belli. gelen sorulardaki "aileniz de tabi müzikle içli dışlı" altyapılı cümleler, beğenmedik sesinizi ama aileniz sağlam, bir şey diyemiyoruz tonunu veriyordu adeta. yüze bu kadar yakışan bir gülümsemeye sahip sunucumuz çaresiz dinliyordu söylenenleri. tipinden anlaşılacağı üzere geçmişi muazzamdı, kültürel birikim akıyordu her yanından. ama karşısında sürekli kadınların karmaşıklığından bahseden kadın vardı.
10 dakika sonra tekrar açtığımda televizyonu, bu sefer de erkeklerin ne kadar anlayışsız olduğundan bahsediliyordu aynı programda. o kadar öküzdük ki bir çiçek almayı bile düşünemiyorduk. üstelik kadınlar o kadar basitlerdi ki, en ufak hediyeyle bile mutlu olabilirlerdi.
birden ahmet abi geri geldi gözlerimin önüne, evine gelmişti. elinde çiçeklerle bir süpriz yapacaktı belli ki. çiçekleri verdi sevdiceğine ve o anda sevdiceğinin yüzü buruştu. "adı ne?" tipinde dolaylı bir söze girmedi bile karmaşık hanım, "biri mi var" dedi sadece. ahmet abi ne diyeceğini bilemedi. bir süpriz amacıyla geldiği evinde suçlanıyordu sadece yıllardır çiçek almaması akabinde çiçek aldığı için. bütün gece, izledikleri dizinin her cümlesinde suçlandı ahmet abi, gece de salonda yattı.
karmaşık hanım devam ediyordu hala. ama artık neyden bahsettiklerini anlayamıyordum. hanım sunucumuz "hiç öpüşmedim değil tabi ki" gibi bir cümle kurdu. çok rahat olduğunu göstermeye çalışıp, bir yandan da tutucu olduğunu göstermeye çalışırken birden gerici göründüğünü hisseden hatunun kıvırması gibisi yoktur. bu olayı "bakire de değilim" demeciyle bir sabah programını hareketlendiren ablamızdan da anlayabilirsiniz.
temelinde kendilerini bu kadar tanımak istediğimizi nereden çıkardıklarını anlayamadığım tonlarca insan vardı televizyonda, ve ben bilgisayara bakarken, diğer yandan televizyonu dinliyordum. telefonum titredi, sms titremesiydi bu. "msn'de niye yoksun, yine neredesin" yazıyordu tam olarak. hemen açtım msn messengerı, "selam" dedim. "galiba işin vardı, rahatsız ettim" dedi ve çevrimdışı oldu. dayanılmaz karmaşıklık buydu sanırım, biz ise basit olandık. yemeğimi ver, oyunuma karışma, güzelce seviş, mutlu oluruz her türlü. basit olmak mutluluk be cano, keşke herkes bunu öylece kabul etse filan..
kendisi böylesine rahatça ilişkilerden bahsediyordu ama kahvede ahmet abi ondan bahsederse bunu da hemen "kıroluk" olarak yaftalayıp, yine köşesinde kullanabiliyordu. sonuçta o karmaşık olandı, onu anlamak bize düşemezdi asla. hele kahve köşesinde tavla oynarken bunu yapmak, karmaşıklığa aykırıydı.
program devam ediyordu. en efendi sunucu sadece gülebiliyordu karşısında, sonuçta bir şey yapamazdı, efendiydi kendisi. gerçi zannetmiyorum aklına kötü bir şey geldiğini de, efendi sonuçta, kötü şey de düşünemezdi. ama yazar hatunumuz durmuyordu işte. gelen mailler tonlarca ayar verirken, sunuculardan hatun olanı konuğuyla ne kadar samimi olduğunu göstermek için elinde geleni yapmıştı. neredeyse isim verecekti geçmiş ilişkileri hakkında. işin kötü tarafı ise bu saatte izleyecek başka bir şeyin olmamasıydı. henüz bitmişti ispanya-abd maçı ve büyük keyif sonrası biraz gezinmek istemiştim televizyon kanalları arasında. yıllardır yapmadığım bu eylemi neden yıllardır yapmadığımı fark ettim o anda. "biz karmaşığız" hanım aşağılamasına devam ediyordu televizyonu kapattığımda.
bir anlığına kendimi o sunucunun yerine koymak istedim. karşımda yeni albüm çıkartmış bir köşe yazarı var, ve kendisi bolca pohpohlanmış her halinden belli. gelen sorulardaki "aileniz de tabi müzikle içli dışlı" altyapılı cümleler, beğenmedik sesinizi ama aileniz sağlam, bir şey diyemiyoruz tonunu veriyordu adeta. yüze bu kadar yakışan bir gülümsemeye sahip sunucumuz çaresiz dinliyordu söylenenleri. tipinden anlaşılacağı üzere geçmişi muazzamdı, kültürel birikim akıyordu her yanından. ama karşısında sürekli kadınların karmaşıklığından bahseden kadın vardı.
10 dakika sonra tekrar açtığımda televizyonu, bu sefer de erkeklerin ne kadar anlayışsız olduğundan bahsediliyordu aynı programda. o kadar öküzdük ki bir çiçek almayı bile düşünemiyorduk. üstelik kadınlar o kadar basitlerdi ki, en ufak hediyeyle bile mutlu olabilirlerdi.
birden ahmet abi geri geldi gözlerimin önüne, evine gelmişti. elinde çiçeklerle bir süpriz yapacaktı belli ki. çiçekleri verdi sevdiceğine ve o anda sevdiceğinin yüzü buruştu. "adı ne?" tipinde dolaylı bir söze girmedi bile karmaşık hanım, "biri mi var" dedi sadece. ahmet abi ne diyeceğini bilemedi. bir süpriz amacıyla geldiği evinde suçlanıyordu sadece yıllardır çiçek almaması akabinde çiçek aldığı için. bütün gece, izledikleri dizinin her cümlesinde suçlandı ahmet abi, gece de salonda yattı.
karmaşık hanım devam ediyordu hala. ama artık neyden bahsettiklerini anlayamıyordum. hanım sunucumuz "hiç öpüşmedim değil tabi ki" gibi bir cümle kurdu. çok rahat olduğunu göstermeye çalışıp, bir yandan da tutucu olduğunu göstermeye çalışırken birden gerici göründüğünü hisseden hatunun kıvırması gibisi yoktur. bu olayı "bakire de değilim" demeciyle bir sabah programını hareketlendiren ablamızdan da anlayabilirsiniz.
temelinde kendilerini bu kadar tanımak istediğimizi nereden çıkardıklarını anlayamadığım tonlarca insan vardı televizyonda, ve ben bilgisayara bakarken, diğer yandan televizyonu dinliyordum. telefonum titredi, sms titremesiydi bu. "msn'de niye yoksun, yine neredesin" yazıyordu tam olarak. hemen açtım msn messengerı, "selam" dedim. "galiba işin vardı, rahatsız ettim" dedi ve çevrimdışı oldu. dayanılmaz karmaşıklık buydu sanırım, biz ise basit olandık. yemeğimi ver, oyunuma karışma, güzelce seviş, mutlu oluruz her türlü. basit olmak mutluluk be cano, keşke herkes bunu öylece kabul etse filan..
29 Haziran 2009 Pazartesi
boy uzaması için tavsiyeler
biliyorum ki orada, bir yerlerde, boyu uzasın diye zaman harcamaya hazır bir ton insan var. ve yine biliyorum o insanlar doğru şartlarda değillerse uzayamayacaklar. o kadar üzücü ki bu, o yüzden birazcık yardım etmeye karar verdim. tabi kendi çapımda, kendi tecrübelerimle. idare etmek lazım biraz.
- öncelikle dua edin. çok önemli bir basamak bu. 2,12lik boyumu buna borçluyum diyebilirim sanki. başladığımda 2,01 filandım, gerisi geldi zaten hep.
- basketbol oynayın. ama blok yemeyin. şimdi zıplarken uzuyorsunuz ya, blok yiyince de ters etki yapıyor.
- süt için, peynir yiyin. ama bilin ki bir işe yaradığı yok bunun. sadece yıllar sonra konuyla ilgili örnek gösterilirseniz söyleyecek sözünüz olsun. yoksa kızabiliyor teyzeler.
- babanızı uzun seçin: genler önemli. sonuçta süt falan içiyorsunuz ama o ancak varolan potansiyelinizi ortaya çıkarabilir, genler dandikse, bi' sikim olmaz.
- öncelikle dua edin. çok önemli bir basamak bu. 2,12lik boyumu buna borçluyum diyebilirim sanki. başladığımda 2,01 filandım, gerisi geldi zaten hep.
- basketbol oynayın. ama blok yemeyin. şimdi zıplarken uzuyorsunuz ya, blok yiyince de ters etki yapıyor.
- süt için, peynir yiyin. ama bilin ki bir işe yaradığı yok bunun. sadece yıllar sonra konuyla ilgili örnek gösterilirseniz söyleyecek sözünüz olsun. yoksa kızabiliyor teyzeler.
- babanızı uzun seçin: genler önemli. sonuçta süt falan içiyorsunuz ama o ancak varolan potansiyelinizi ortaya çıkarabilir, genler dandikse, bi' sikim olmaz.
19 Haziran 2009 Cuma
bilgisayar vs. baba
şampiyonlar ligi çeyrek finalinde zorlu bir eşleşme. bir yanda yıllarını saç dökmeye, emekli ikramiyesini bir an önce almaya harcamış baba, diğer yanda ise ona göre daha yeni denilebilecek ve kişisel kaygılar taşımayan bilgisayar.
öncelikle tanışma evresindeyiz. profaz evresindeki babanın, tüm işlemleri monitörün yaptığını sanması klasik bir olaydır. deneyimizin birinci gününde bu konu üzerinde duruciz.
Gün1-: işte geliyor, heyecanla baktı ekrana ve fareye. o ne elindeki sorusuna aldığı fare yanıtı, kendisini oldukça güldürdü. ilginç gelişmeler yaşanmaya başladı bile. kasanın kapama düğmesine basıp, kaçan küçük kuzene bağırınca da parladı birden. ne olacakmış o düğmeye bassa. ulan şurada deney yapıyoruz, adam neler diyor yææ. neyse işte giremedim bir türlü konuya, hangi oyunlar var bunda dedi. pes, cod filan diyince de, eeeh diyip gitti. yaşam formuna yaklaşmam engelleniyor sürekli.
Gün-2: bugün daha hayata dair şeyler yapmaya çalışıcam, bakalım ne sonuçlar ortaya çıkacak. ilk olarak fareyi nasıl kullanacağını gösterdim, hemen alıp kafasına göre tıklamaya başladı. sanırım geliştirilebilir bir tür, en azından kendi kendine ufak gelişmeler kaydedebiliyor. hemen ufak kuzene verdi fareyi, ve onu da piç etmeyi başardı hemen. gün yine düğmeye basıp kaçan kuzene küfür ederken bitti.
Gün-3: internete geçme vakti olduğunu düşünüyorum, bakalım o ne düşünüyor. "film var mı bunda" dedi. buradan kültürel aktivitelere yatkın olduğu çıkarımını yaptım. akabinde böyle vurdulu kırdılı demesi üzerine soğudum. şerefsizim deneyden soğuttu beni. aha da geldi kuzen yine, mnskym bir daha basarsa düğmeye dövücem. sanki bunlar beni deniyorlar ya, bakalım sabrım nereye kadar gidecek..
Gün-4: oyunlar diye bir klasör gördüm masaüstünde. ulan ben yokken kim açıyor bu bilgisayarı, olaylar kontrolümden çıkmaya başladı iyice. baktım içine, okey-tavla tipinde alt türe ait oyunlar vardı. hemen geldi arkamdan, çık biraz oyun atayım dedi. bu kadar içselleştirmesi ilginçti, 4 günde müthiş bir gelişme sağlamıştım resmen. baktım yüzden düşmeye başladı okeyde. "bari renkli yapsaydın" dedim anlamsızca. "ya git içeri televizyon izle" dedi, gittim.
Gün-5: deneyi bitirmem gerektiğini hissediyorum, resmen feysbuk'tan hesap almış, 300 arkadaş yapmış bile. davranış bilimlerini incelemekten benim bile 15 arkadaşım var lan sadece. şu deneğe gösterdiğim ilginin 8/2 si ile fındık bile alamıyorum, o derece boktan durum. en temizi bi' laptop almak.
ufak bir muhabbet sonrası, "gel netten bakalım laptoplara" dedi. arama motorlarına ve teknolojiye bu denli vâkıf olduğunu bilmiyorum, aslında öğrenmesem de olurdu ama çaresiz bakalım dedim, baktık.
oyun oynamazmışım ben, o yüzden 1200$+KDV ye uygun bir şeyler olurmuş. tamam dedim, sipariş verdik. kendine de ps3 aldı o arada. galiba o da bana girdi. hoş olmayan gelişmeler bunlar.
Gün-7: ps3 geldi, laptop yok ortada. çaresiz aldım barcelona'yı, zira adam çelsi ile çakıyor habire. sonunda 4-0 yaptım skoru ve küfür ede ede gitti odasına.
Gün-16: "gel çakayım bi' sana" dedi, aldım kolu elime, sonra da verdim eline. kardeşim her gün yeniyorum, hala akıllanmadı. bir de üstüne sinirleniyor. soramıyorum da laptopa ne olduğunu. yeter lan, ufak kuzen de yok ortalıkta. lan yoksa??
öncelikle tanışma evresindeyiz. profaz evresindeki babanın, tüm işlemleri monitörün yaptığını sanması klasik bir olaydır. deneyimizin birinci gününde bu konu üzerinde duruciz.
Gün1-: işte geliyor, heyecanla baktı ekrana ve fareye. o ne elindeki sorusuna aldığı fare yanıtı, kendisini oldukça güldürdü. ilginç gelişmeler yaşanmaya başladı bile. kasanın kapama düğmesine basıp, kaçan küçük kuzene bağırınca da parladı birden. ne olacakmış o düğmeye bassa. ulan şurada deney yapıyoruz, adam neler diyor yææ. neyse işte giremedim bir türlü konuya, hangi oyunlar var bunda dedi. pes, cod filan diyince de, eeeh diyip gitti. yaşam formuna yaklaşmam engelleniyor sürekli.
Gün-2: bugün daha hayata dair şeyler yapmaya çalışıcam, bakalım ne sonuçlar ortaya çıkacak. ilk olarak fareyi nasıl kullanacağını gösterdim, hemen alıp kafasına göre tıklamaya başladı. sanırım geliştirilebilir bir tür, en azından kendi kendine ufak gelişmeler kaydedebiliyor. hemen ufak kuzene verdi fareyi, ve onu da piç etmeyi başardı hemen. gün yine düğmeye basıp kaçan kuzene küfür ederken bitti.
Gün-3: internete geçme vakti olduğunu düşünüyorum, bakalım o ne düşünüyor. "film var mı bunda" dedi. buradan kültürel aktivitelere yatkın olduğu çıkarımını yaptım. akabinde böyle vurdulu kırdılı demesi üzerine soğudum. şerefsizim deneyden soğuttu beni. aha da geldi kuzen yine, mnskym bir daha basarsa düğmeye dövücem. sanki bunlar beni deniyorlar ya, bakalım sabrım nereye kadar gidecek..
Gün-4: oyunlar diye bir klasör gördüm masaüstünde. ulan ben yokken kim açıyor bu bilgisayarı, olaylar kontrolümden çıkmaya başladı iyice. baktım içine, okey-tavla tipinde alt türe ait oyunlar vardı. hemen geldi arkamdan, çık biraz oyun atayım dedi. bu kadar içselleştirmesi ilginçti, 4 günde müthiş bir gelişme sağlamıştım resmen. baktım yüzden düşmeye başladı okeyde. "bari renkli yapsaydın" dedim anlamsızca. "ya git içeri televizyon izle" dedi, gittim.
Gün-5: deneyi bitirmem gerektiğini hissediyorum, resmen feysbuk'tan hesap almış, 300 arkadaş yapmış bile. davranış bilimlerini incelemekten benim bile 15 arkadaşım var lan sadece. şu deneğe gösterdiğim ilginin 8/2 si ile fındık bile alamıyorum, o derece boktan durum. en temizi bi' laptop almak.
ufak bir muhabbet sonrası, "gel netten bakalım laptoplara" dedi. arama motorlarına ve teknolojiye bu denli vâkıf olduğunu bilmiyorum, aslında öğrenmesem de olurdu ama çaresiz bakalım dedim, baktık.
oyun oynamazmışım ben, o yüzden 1200$+KDV ye uygun bir şeyler olurmuş. tamam dedim, sipariş verdik. kendine de ps3 aldı o arada. galiba o da bana girdi. hoş olmayan gelişmeler bunlar.
Gün-7: ps3 geldi, laptop yok ortada. çaresiz aldım barcelona'yı, zira adam çelsi ile çakıyor habire. sonunda 4-0 yaptım skoru ve küfür ede ede gitti odasına.
Gün-16: "gel çakayım bi' sana" dedi, aldım kolu elime, sonra da verdim eline. kardeşim her gün yeniyorum, hala akıllanmadı. bir de üstüne sinirleniyor. soramıyorum da laptopa ne olduğunu. yeter lan, ufak kuzen de yok ortalıkta. lan yoksa??
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)